Buluşmak üzere

 

Diyelim yağmura tutuldun bir gün
Bardaktan boşanırcasına yağıyor mübarek
Öbür yanda güneş kendi keyfinde
Ne de olsa yaz yağmuru
Pırıl pırıl düşüyor damlalar
Eteklerin uça uça bir koşudur kopardın
Dar attın kendini karşı evin sundurmasına
İşte o evin kapısında bulacaksın beni
Diyelim için çekti bir sabah vakti
Erkenceden denize gireyim dedin
Kulaç attıkça sen
Patiska çarşaflar gibi yırtılıyor su ortadan
Ege denizi bu efendi deniz
Seslenmiyor
Derken bi de dibe dalayım diyorsun
İçine doğdu belki de
İşte çil çil koşuşan balıklar
Lapinalar gümüşler var ya
Eylim eylim salınan yosunlar
Onların arasında bulacaksın beni
Diyelim sapına kadar şair bir herif çıkmış ortaya
Çakmak çakmak gözleri
Meydan ya Taksim ya Beyazıt meydanı
Herkes orda sen de ordasın
Herif bizden söz ediyor bu ülkenin çocuklarından
Yürüyelim arkadaşlar diyor yürüyelim
Özgürlüğe mutluluğa doğru
Her işin başında sevgi diyor
Gözlerin yağmurdan sonra yaprakların yeşili
Bi de başını çeviriyorsun ki
Yanında ben varım

Can Yücel

Share

Pazar’ın getirdikleri

Fotoğraf: Mehmet Turgut

Eğer yaz tatilinde ya da ülkenin gazetede yazarlarının haber üretmekten daha ziyade dinlenmeyi tercih ettiği bir dönemde iseniz  Pazar günü gazete okumak zevk vermiyor. Hatta televizyonda bile gündem izlenesi olmuyor. Neyse bu pazar okuduğum gazetelerdeki ilginç konulardan birisi de Elif Şafak’la Ayşe Arman’ın yaptığı röportajdı. Bence esas güzel olan Mehmet Turgut’un fotoğraflarıydı. Öte yandan Elif Şafak’ın kendisini açık etmemeyle okuyucuyu heyecanlandırma arasında verdiği bilgiler maalesef beni etkilemedi. Elif Şafak  hakkında onca yazıyan itham yazıların okudum ve yurtdışında çıkan gazetelerin yorumlarını da inceledim. O meşhur fıkrada denildiği Türk kazanında yükseleni Türkler tutup aşağıya çeker..

Neyse konumuz bu değildi.. Başka bir yazı çok hoşuma gitti. Onu paylaşmak için bu girişi yapayım istedim. Esasında çamurlaşan Türk siyaseti için de bir yazı döşenmek lazım. Ancak ne zaman yapılır bilinmez. İnsanların bu kadar saygısızlaştığı vakitlerde geleceğe ait ümidimi tam anlamıyla yitiriyorum. Ece Temelkuran’ın bir yazısı bu konudaki düşüncelerimin bir kısmına tercüman oluyor.

Bu gün okuduğum diğer bir hikaye ise vefa üzerineydi. Yazının ana temasını oluşturan kısım Tolga Tanış tarafından bizzat olayın şahidinin ağzından yazılmış.

1940’lı yıllar Ankara… O dönem Gazi Lisesi’nde hem birbirleriyle çok iyi anlaşan hem de sürekli rekabet eden iki arkadaş vardır. Gazi, fen derslerinde başarılıdır. Can da edebiyatta… Ve ikisi de, okulun en iyi öğrencileridir.

Liseyi birlikte okuyan “iki can” arkadaş, eğitimleri boyunca harçlıklarını biriktirdiler. Liseden mezun olduktan sonra Milli Eğitim Bakam’na gidip, yurtdışında okumaya gönderilmelerini istediler. Parlak notlarla okullarını bitiren gençleri dinleyen Bakan, sözüne başlamadan önce birini dışarı çıkardı. Odasında kalan gence “Seni gönderebilirim ama arkadaşım gönderirsem dedikodu olur. ‘Oğluna torpil yaptı’ derler. Bu yüzden onu gönderemem” dedi. Bakan oğlu babasının kararına boynunu büktü, “Madem öyle benim biriktirdiğim parayı da sen al. Hiç olmazsa amacımı kısmen gerçekleştireyim” diyerek yıllardır biriktirdiği tüm parasını arkadaşına verdi…

Bakan, Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’di, dedikodu olur endişesiyle yurtdışına göndermediği öğrenci ise oğlu Can Yücel’di. Yurtdışına giden öğrenci ise daha sonra dünyanın en ünlü beyin cerrahı olacak Prof. Dr. Gazi Yaşargil…  Hiç kopmadılar Can Yücel’in biriktirdiği harçlığı da alan genç Gazi Yaşargil, 1943 yılında Almanya’ya gitti ve tıp tahsiline başladı. 2. Dünya Savaşı’nın en sıcak günlerinde iki yıl Almanya’da kaldı, daha sonra da İsviçre’ye geçip, Zürih Tıp Fakültesi’ne girdi. O dönemin ünlü beyin cerrahı Prof. Dr. Rudolf Nissen’in dikkatini çekti ve bu hocanın asistanı oldu. Bu süre içinde Can Yücel ile ilişkisini hiç kesmedi. Can Yücel sık sık arayıp, derslerini sordu.  Gazi Yaşargil’in asistanlığı devam ederken Türkiye’de TSK 27 Mayıs 1960’da yönetime el koydu. Gazi Yaşargil’in doçentlik sınavına gireceği günlerde Türkiye’den asker celbi geldi: “Ülkene dön, askere gideceksin.” Asker celbinin geldiği günlerde liseden arkadaşı olan Ömer İnönü, Gazi Yaşargil’i ziyaret etti. İnönü’ye, “Git babana söyle, profesör olmaya yakınım, profesör olup askere gelirim” diyen Yaşargil, İsmet İnönü’nün oğlunun temaslarından da istediği sonucu alamadı. Bakanlar Kurulu Karan ile Türk vatandaşlığından çıkarıldı. Vatansızların taşıdığı “haymatlos” pasaportuyla yaşamaya başladı. Önce profesör, sonra da ordinaryüs profesör oldu.

40 yıl sonra buluşma Yıllar sonra Yaşargil, Turgut Özal’ın girişimiyle yemden vatandaşlığa alındı. Türkiye’ye gelmekten hâlâ çekinen Yaşargil’e pasaportunu dönemin Sanayi Bakanı Şükrü Yürür götürdü. 18 yaşında ayrıldığı ülkesine girme şansını 35 yaşında yitiren Yaşargil, 63 yaşında Yürür’le birlikte Türkiye’ye geldi. 150 bin nüfusla bıraktığı Ankara’ya geldiğinde çok duygulandı. Otomobilden inmedi ve tam 3 saat otomobille Ankara’yı gezdi. İstanbul’a geçip can arkadaşı Can Yücel’le buluştu. Yaşargil, 40 yıldır göremediği Can Yücel’e, “Seninkiler gibi bir şiir yazsam, başka bir şey istemem” dedi. Yücel yanıtladı: “Ben de senin gibi bir operasyon yapsam başka bir şey istemem hayattan!”

1999 yılına gelindiğinde Can Yücel, Datça’daki evinde ağırlaşınca oğlu Hasan hocasına durumu anlatan bir yazı ile birlikte babasının onun için imzaladığı son eserini göndereceğini bildirdi. “Mekanım Datça olsun” adlı kitap, 12 Ağustos 1999’da Yaşargil’in eline geçti. “Gazi… gözümün bebeği…giderayak…” diye yazan. Aynı gün oğlu Hasan’dan “Gazi” den selam var” sözlerini duyan Can Yücel, son nefesini verdi.

Gazi Yaşargil, kendi oğluna ‘Can’ ismini verdi.

Sonra aradan yıllar geçer. Şair olan Can evlenir. Çocukları olur. Ve çocuklarından Yeni Hasan, tıpkı babasının arkadaşı Gazi gibi doktor olmaya karar verir. Gazi durumu öğrenir. Bunun üzerine, oğlanı kendisinin okutacağını söyler. Yeni Hasan, Galatasaray Lisesi’ni bitirir. Önce Fransa’ya, ardından Kanada’ya gider. Ve Gazi’nin desteğiyle, dünyanın en iyi tıp okullarında okur. Aradan yine yıllar geçer. Yeni Hasan, Kanada’ya yerleşir. İki oğlundan birinin adını Gazi koyar. Bu arada tıpkı Gazi gibi, kendi alanında çok yükseklere gelir. En sonunda da bir gün göz patolojisinde dünyanın en büyük ödülünü kazanır. Ödülü alan Prof. Dr. Yeni Hasan Yücel’dir. Babası, şair Can Yücel. Dedesi, eski Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel. Babasının arkadaşı ise dünyanın en ünlü beyin cerrahlarından Prof. Dr. Gazi Yaşargil.
Bu olayı, geçen hafta glokom hastalığı alanında yaptığı büyük bir keşifle Lewis Rudin Ödülü’nü kazanan Prof. Dr. Yücel’den dinledim. Kanada’daydı, telefonla konuştuk.
Size babanız mı anlattı bu öyküyü, dedim. “Ne babam bahsetti ne de Gazi Yaşargil’in bu konuyu açtığını gördüm. Ben başka yerlerden duydum. Tek bildiğim, benim bütün öğrenim masraflarımı Gazi Yaşargil’in karşıladığıydı” dedi.
Onur, dostluk ve vefa üzerine bir pazar hikâyesi…

Meraklısına not: 1960’lı yıllarda ikinci yeni şiir akımının önemli isimlerinden Ece Ayhan’ın beyninde tümör tespit edildi. Can Yücel, Yaşargil’e telefonla ulaştı, ameliyatı yapmasını istedi. Yaşargil Türkiye’ye gelemediği için Ece Ayhan Almanya’ya gitti.

Share