Where are you now

Hiç Mumford and Sons grubunu dinlediniz mi bilmiyorum. Bence dinlemediyseniz kendilerine bir şanş verin. Şu çarpıcı sözlerle sizi alıp götürür..

it came to the end it seems you had heard.
cause we walked the city streets,
you never said a word.

when we finally sat down
your eyes were full of spite.
i was desperate, i was sweet
i could not put up a fight.

where are you now?
where are you now?
do you ever think of me
in the quiet, in the crowd?

Sevdiklerimizi ve geçen zamanı düşününce başka bir anlamlı oluyor. Bütün bu zihin karmaşıklığında Şule Gürbüz’ün Bir+Bir dergisindeki röportajındaki

“Hepimiz her şeyi yapabiliriz. Yapamamak, insanın yapmak isteyip de yapmadığı, kendinde eksik kalmasına müsaade ettiği bir şeydir, bu suretle kendisini olgunlaştırmasıdır. Hepimizin bulunduğu yerde yapabileceği şeyler vardır. Ama hep başka yerlerdekine duyulan heves, o eksilmedeki manayı da kaçırır ve kaptırır. ”

Epey ağır bir cümle..Anlaması zor, sindirmesi meşakkatli..Öyle gece gece aklıma geldi paylaşayım dedim.

Share

 

petal © by Zanastardust

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Uzakdoğu’da bir okul, bilgeliğin gizlerini aramak için gelenleri kabul ediyordu. Burada geçerli olan incelik; anlatmak istediklerini konuşmadan açıklayabilmekti. Bir gün okulun kapısına bir yabancı geldi. Yabancı kapıda öylece durdu ve bekledi. Burada sezgisel buluşmaya inanıyordu. O yüzden kapıda herhangi bir çan veya zil yoktu. Bir süre sonra kapı açıldı, içerideki bilge, kapıda duran yabancıya baktı. Bir selamlaşmadan sonra sözsüz konuşmaya başladı. Gelen yabancı, okula girmek ve burada kalmak istiyordu. Bilge bir süre sonra kayboldu. Sonra elinde suyla dolu bir kapla döndü ve bu kabı yabancıya uzattı. Bu, yeni arayıcıyı kabul kabul edemiyecek kadar doluyuz demekti. Yabancı tapınağın bahçesine döndü, aldığı bir gül yaprağını kabın içindeki suyun üstüne bıraktı. Gül yaprağı suyun üstünde yüzüyordu ve su taşmamıştı. İçerideki bilge saygıyla eğildi ve kapıyı açarak yabancıyı içeriye buyur etti. Suyu taşırmayan bir gül yaprağına her zaman yer vardı.

Share

Şehir ya da Kent

Her dellendiğimde bu ülkeden gitmek lazım derim. Biz ne isek, ülkede o değil mi? Bütün hatalarımızla ve yanlışlarımızla bir bütünü oluşturmuyor muyuz? Gitme gelme krizlerinin yükseldiği anlarda Hrant’ın Ruhumun Güvercin tedirginliği yazısında dediği gibi
“Duyarak çileyi, yaşayarak ızdırabı…
Öylesi bir serzenişle işte, terk edecektik yurdumuzu. Ve gidecektik yüreğimizin değil, ama ayaklarımızın götürdüğü yere… Her neresiyse.
Ürkek ve özgür ”

Ya da Kavafis gibi diyecektik…

“Bir başka ülkeye, bir başka denize giderim,” dedin,
“bundan daha iyi başka şehir bulunur elbet.
Her çabam kaderin olumsuz bir yargısıyla karşı karşıya;
-bir ceset gibi- gömülü kalbim.
Aklım daha ne kadar kalacak bu çorak ülkede?
Yüzümü nereye çevirsem, nereye baksam,
kara yıkıntılarını görüyorum ömrümün,
boşuna bunca yıl tükettiğim ülkede.”

Yeni bir ülke bulamazsın.
Bu şehir arkandan gelecektir. Sen gene aynı sokaklarda
dolaşacaksın. Aynı mahallede kocayacaksın;
aynı evlerde kır düşecek saçlarına.
Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda. Başka bir şey umma-
Bineceğin gemi yok, çıkacağın yol yok.
Ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte,
Öyle tükettin demektir bütün yeryüzünde de.

Konstantin Kavafis

Share