Süheyl Ünver ve yazmak

Vapurda yazmaya başlayınca aklıma hemen Nezih Uzel’in Süheyl Ünver hakkındaki bir ifadesi geldi. Herkes diye birşeyden bahsediyor. Nezih Uzel’e  göre Süheyl bey bulduğu küçük kağıtların arkasına yazarmış. Mesela akşam eve giderken vapura bindiğinde vapur tarifesinin arkasına yazardı, diyor ve ilave eder. Kendisi gelse arşivinde ne nerede bulamaz diye tamamlıyor. Öte yandan Niklas Luhmann   yine çok yazan birisi olarak her yazdığını (ya da aldığı notu) kaydedip tasnif ediyor. Peki bu durumda niye bizim kültürümüzde tasnif edilmiş ve düzenlenmiş kişisel arşivler bulunmuyor. Kültürümüz parça parça üretmek üzerine mi kurgulanmış? Yok akademik kurgunun ya da öğretimin eksikliğinden mi kaynaklanıyor. Sanırım bu not tutmaktan ziyade belirli sınırlar içinde sistemsel düşünmekle ilgili olduğunu düşünüyorum. Tabii ki bunun imkansızlıklarla ilgili olduğunu da aklımızın bir köşesinde tutmak gerek. Süheyl Ünver’in mali durumu hakkında bilgim yok ama Ahmet Hamdi Tanpınar’ın imkansızlık içinde tuttuğu defterleri ve notları İnci EnginünZeynep Kerman ‘ın kitabında açıkca görülmektedir. O zaman Süheyl Ünver’in durumunun imkansızlıktan öte bilişsel bir durum olduğunu söylemek mümkün olabilir diye düşünüyorum. Belki bu noktada sistemik düşünebilme yetisini geliştirmek zorunda olduğumuzu hatırlatmak isterim. Yazmak, sistemli düşünmek ve ürettiklerimizi düzenlemek belki de entellektüel üretimin önemli şartlarından birisi mi diye düşünmeden edemiyorum. Geçen gün okuduğum Dr. Hakan Erdem’in mülakatında belirttiği gibi birilerinin de bu üretimleri koruması gerektiğini de unutmamak lazım. 

Share

Tanpınar hislerine tercüman olur!

Tanpınar‘ı eskiden beri çok severim. Eminim orada benim gibi düşünen çok insan vardır. Bana sevdiren insanların başında Prof. Dr. İnci Enginün gelir. Kendisi Mehmet Kaplan‘ın öğrencisi olarak Tanpınar’ın hatırasına hizmet etmiş önemli akademisyenleden birisidir. Diğer bir isim de Prof. Dr. Zeynep Kerman‘dır. Prof. Kerman’ın hazırladığı Tanpınar’ın Mektupları isimleri eserini okurken Tanpınar’ın Ahmet Kutsi Tecer‘e yazdığı bir mektup hislerime tercüman oldu. Üretememek bazılarımızın hızlı üretmesi, bazılarımızın aklına yüzlerce fikir gelirken bunları bir türlü yazıya dökememek. Bazılarımız sadece üretmenin keyfi içinde kaybolup yaptığı işin kalitesiyle ve düzeniyle ilgilenmezken bazılarımızın “en iyiyi” elde etmek için uzun zamanlar harcaması, işte bütün mesele bu. Tanpınar kendi üretme hızını Goethe ile kıyaslıyor. Öte yandan okuduğum kitaplardan birinde yazmak için en iyi çözümün oturmak ve kendini yazmaya mecbur hissetmek olduğu yazıyordu. Kendisini yazmak için ödüllendirmek de çözümlerden birisi olabilir sanırım. Günümüzde tek odaklanan nokta üretmek ancak üretilen eserin kalitesi konusunda çok az kimse endişe ediyor. Üretkenlikle üretilen ürünün kalitesi arasında optimum bir kaliteyi sağlamak gerektiğini düşünüyorum. Ama kalite takıntısının üretimin önüne geçmesine engel olmak gerekir mi emin değilim. Kafamda “deli sorular” anlayacağınız. Bakalım Tanpınar ne demiş?

“Fikrin bendeki kıtlığı; bu kadar, düşüncenin az ziyaret ettiği bir kafa neye yarayabilir? Fransa’da sade benim gibi en aşağı 20 milyon okuyucu olduğunu kabul et, meseleyi kendiliğinden halledersin.

Bu kadar sathî oluşuma sebep ne? Bilir misin, öldürücü bir şey bunları düşünmek. Yemek olacağım yerde sofrada kaşık, filan gibi bir şey oldum. Beni asıl müteessir eden kupkuru kalışımdır. Goethe benim manzumeyi yarım yamalak yazabildiğim bir sene içinde 3-4 eser, hem de bütün Avrupa’yı birden sarsan 3-4 eser yazıyordu. Çalışmak… Yarabbim, bu şifayı bana ne vakit göndereceksin? Çalışabilsem, yapabilsem ve iyi olmasa, ona da razıyım. Heyhat o da yok. Sana temin ederim, gittin gideli kafamı bir tek düşünce ziyaret etmedi, bir mesele beni çekip kendisine götürmedi. Bu kadar yaşadığı dünyayı eskitmiş tecessüs ve ihtirasını öldürmüş bir adam ne olabilir? Vakıa bunun için vaktim de yoktu. Yaşadığım hayat bir “fécondité (üretkenlik)”yi hiçbir zaman temin edemez. Bir kere gayet münzevi yaşıyorum. Ve sonra matérial meseleleri bana kendimin olacak hiçbir zaman bırakmıyorlar… Fakat, Kutsi’ciğim bu kadar hayat şartlarının esiri olmak, onların elinden kurtulamamak da bizzat kötü bir talih değil midir? Ve bugüne kadar devam bu hâl ömrünün sonuna kadar süremez mi?”

Share