Tanpınar hislerine tercüman olur!

Tanpınar‘ı eskiden beri çok severim. Eminim orada benim gibi düşünen çok insan vardır. Bana sevdiren insanların başında Prof. Dr. İnci Enginün gelir. Kendisi Mehmet Kaplan‘ın öğrencisi olarak Tanpınar’ın hatırasına hizmet etmiş önemli akademisyenleden birisidir. Diğer bir isim de Prof. Dr. Zeynep Kerman‘dır. Prof. Kerman’ın hazırladığı Tanpınar’ın Mektupları isimleri eserini okurken Tanpınar’ın Ahmet Kutsi Tecer‘e yazdığı bir mektup hislerime tercüman oldu. Üretememek bazılarımızın hızlı üretmesi, bazılarımızın aklına yüzlerce fikir gelirken bunları bir türlü yazıya dökememek. Bazılarımız sadece üretmenin keyfi içinde kaybolup yaptığı işin kalitesiyle ve düzeniyle ilgilenmezken bazılarımızın “en iyiyi” elde etmek için uzun zamanlar harcaması, işte bütün mesele bu. Tanpınar kendi üretme hızını Goethe ile kıyaslıyor. Öte yandan okuduğum kitaplardan birinde yazmak için en iyi çözümün oturmak ve kendini yazmaya mecbur hissetmek olduğu yazıyordu. Kendisini yazmak için ödüllendirmek de çözümlerden birisi olabilir sanırım. Günümüzde tek odaklanan nokta üretmek ancak üretilen eserin kalitesi konusunda çok az kimse endişe ediyor. Üretkenlikle üretilen ürünün kalitesi arasında optimum bir kaliteyi sağlamak gerektiğini düşünüyorum. Ama kalite takıntısının üretimin önüne geçmesine engel olmak gerekir mi emin değilim. Kafamda “deli sorular” anlayacağınız. Bakalım Tanpınar ne demiş?

“Fikrin bendeki kıtlığı; bu kadar, düşüncenin az ziyaret ettiği bir kafa neye yarayabilir? Fransa’da sade benim gibi en aşağı 20 milyon okuyucu olduğunu kabul et, meseleyi kendiliğinden halledersin.

Bu kadar sathî oluşuma sebep ne? Bilir misin, öldürücü bir şey bunları düşünmek. Yemek olacağım yerde sofrada kaşık, filan gibi bir şey oldum. Beni asıl müteessir eden kupkuru kalışımdır. Goethe benim manzumeyi yarım yamalak yazabildiğim bir sene içinde 3-4 eser, hem de bütün Avrupa’yı birden sarsan 3-4 eser yazıyordu. Çalışmak… Yarabbim, bu şifayı bana ne vakit göndereceksin? Çalışabilsem, yapabilsem ve iyi olmasa, ona da razıyım. Heyhat o da yok. Sana temin ederim, gittin gideli kafamı bir tek düşünce ziyaret etmedi, bir mesele beni çekip kendisine götürmedi. Bu kadar yaşadığı dünyayı eskitmiş tecessüs ve ihtirasını öldürmüş bir adam ne olabilir? Vakıa bunun için vaktim de yoktu. Yaşadığım hayat bir “fécondité (üretkenlik)”yi hiçbir zaman temin edemez. Bir kere gayet münzevi yaşıyorum. Ve sonra matérial meseleleri bana kendimin olacak hiçbir zaman bırakmıyorlar… Fakat, Kutsi’ciğim bu kadar hayat şartlarının esiri olmak, onların elinden kurtulamamak da bizzat kötü bir talih değil midir? Ve bugüne kadar devam bu hâl ömrünün sonuna kadar süremez mi?”

Share

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

*

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.