Yazmak

Shadow of the ink

Yine uzunca bir aradan beri yazamadım. Hem işlerimin yoğunluğu hem de yazmanın dayanılmaz zorluğu dersem yerinde olur. Yazmak herkese aynı derecede verilmiş bir yetenek değildir. Kimisi için bir ucu güney kutbunda olan kuyudan su çekmek kadar zor, ötekisi için de su içmek kadar kolaydır. Eğer etrafınızda süreli yayınlara yazılar yetiştirmek zorunda olan insanlar varsa lütfen onları gözleyin. Yazıyı teslim etme tarihleri yaklaştığında nasıl gerildiklerini göreceksiniz. Hele de her gün yazı yazanlarımız…Yazıyı teslim etmeden önceki saatleri sadece kendileri için değil, etrafındakiler içinde temsili bir cehennemdir. Ne yazayım, nasıl yazayım.. Kelimeleri nasıl ekleyeyim de güzel cümleler olsun telaşı… Ben her gün yazanlarla her gün yemek pişirmek zorunda olanların durumunda bir benzerlik bile gördüğümü söyleyebilirim. Yemek pişiren acaba bugün ne pişirsem diye düşünürken yazar da hangi konuda yazsam diye çırpınacaktır. Yazma konusunun zorluğuna bir delil de, yazmak için oturma sürecidir. Genelde doktora tezi yazma konusuna odaklanmış kitaplarda, günlük ve kesintisiz 90 dakikalık yazma hedefini koymak gerektiğini yazdığını görürüz. Bence de devamlılık en önemli avantajdır. Bir gün beş saat yazıp diğer gün yarım saat yazmaktansa her gün yarım saat yazmayı tercih ederim. Çelik gibi bir irade sahibi olmanız beklenir…Yazmaya oturduğunuzda başlamamak için bütün mazeretler tek tek aklınıza gelecektir. 30 Ağustos törenlerinde askeri birliklerin geçisi gibi herşey sırayla gelecektir. Beyniniz size yazmamanız için gereken mazeretleri hazırlamaktadır. Kalemin mürekkepi biter, kağıt kalmaz. Son anda e-postalarınıza bakmak istersiniz, ya da tam oturacağınız zaman bir mesaj gelir. Kapı çalar, canınız çay/kahve çeker….Bir kitabınız içerdeki odada kalmıştır. Bilgisayarın şarjı biter. Güneş ekranınıza yansıma yapar, bir müzik aklınıza düşer…Daha neler neler…

En kötüsü ve acısı da yazar kilitlenmesidir. İngilizce de buna writers block diyorlar. Türkçeye nasıl çevrildiğini bilmiyorum ama benim hissettiğim bir nevi felç ve kitlenme halidir. Ekranınızdaki dikine küçük siyah çizgi yanıp sönmeye devam eder ancak sizin yazacak en küçük hissiniz, fikriniz yoktur. Bir anda akan sular kesilmiştir. Yazmak okumak kadar bireysel bir iştir. Kalbiniz beyniniz ve parmaklarınız arasından akıp giden bir elektriktir. Düşünmek ve kelimelerin kalıplarına dökmek, hissiyatsızlıktan çatlamasın diye inşaat işçilerinin betonları suladığı gibi kelimeleri tekrar tekrar  gözden geçirmek.. Küçük bir inşa süreci.. Bütün tuğlaları fikir olan bir bina inşa etmek.. İşte bu yüzden her zaman koca binalar dikecek gücü kendimizde bulamıyoruz. Bir de buna insanların ne düşündüklerini hayal etmek eklenince, içinden çıkılmaz hal alıyor duygularım. Yazmamak ve içeride yaşamak daha konforlu geliyor. Daha güvenli ve dokunulmaz. Çünkü sizi okuyarak binanızı gezen herkes, düşüncelerini paylaşmakta sizin kadar cömert olmuyor…

En iyisi yine Mevlana’nın suhulet ve sükunet dolu limanına sığınalım

 

“Üzülme” der, Mevlana…İstediğin bir şey olmuyorsa ya daha iyisi olacağı için… ya da gerçekten de olmaması gerektiği için olmuyordur…

Yüz’de ısrar etme, “Doksan da olur”.
İnsan dediğinde, “Noksan da olur”…
Sakın büyüklenme, “Elde neler var”.
Bir ben varım deme, “Yoksan da olur”.
Hatasız Dost Arayan Dosttan da olur….

Share

Uzun bir aradan sonra Einstein’la başlamak

Bu sayfaya belirli aralıklarla bakarak boş gözlerle dönenlerden özür dileyerek başlamalıyım. Yazamadım ya da yazacak zamanım olmadı demek daha doğru olacaktır. Sadece fotoğraflarla kendimi ifade edecek gücü bulamabildim bu aralıkta…Siz de  buradan göz atabilirsiniz.

Knot for life

Bugünlük Einstein’in hayatı nasıl algıladığını anlattığı maddelerle başlayalım .

1. Merakınızın peşinden gidin

“Benim özel bir yeteneğim yok. Yalnızca tutkulu bir meraklıyım.”
Sizin merakınızı çeken nedir? Neyi en çok merak ediyorsunuz? Benim merak ettiğim neden bazı insanların başarılı olup bazılarının olamadığıdır. Bu yüzden yıllarca başarı üzerine çalıştım. Merakınızın peşinden giderseniz başarıya ulaşırsınız.

2. Azim paha biçilmezdir

“Çok zeki olduğumdan değil, sorunlarla uğraşmaktan vazgeçmediğimden başarıyorum.”
Belirlediğiniz yolun sonuna ulaşacak kadar sabırlı mısınız? Posta pullarının gideceği yere varasıya kadar mektuba yapışıp kalmasından ötürü çok değerli olduğu söylenir. Posta pulu gibi olun ve başladığınız işi bitirin.

3. Bugüne odaklanın

İki atı aynı anda süremezsiniz. Bir şeyler yapabilirsiniz ama her şeyi yapamazsınız. Şimdiye odaklanın ve bütün enerjinizi şu anda yaptığınız işe verin.

4. Hayal gücü güç verir

“Hayal gücü her şeydir. Sizi bekleyen güzelliklerin ön izlemesi gibidir. Hayal gücü bilgiden daha önemlidir.”
Hayal gücünüz geleceğinizi belirler. Einstein şöyle der: “Zekanın gerçek göstergesi hayal gücüdür, bilgi değil”. Bu yüzden hayal gücünüzün hantallaşmasına izin vermeyin.

5. Hata yapın

“Hiç hata yapmamış bir insan yeni bir şey denememiş demektir.”
Hata yapmaktan korkmayın. Eğer nasıl okuyacağınızı bilirseniz hatalar sizi daha iyi bir konuma getirebilir. Başarılı olmak istiyorsanız yaptığınız hataları üçe katlayın.

6. Anı yaşayın

“Ben geleceği hiç düşünmem, ne de olsa gelecektir.”
Geleceği ayarlamanın tek yolu olabildiğiniz kadar şimdide olmaktır. Şu anda dünü ya da yarını değiştiremezsiniz. Önemli olan tek an şimdidir.

7. Değer yaratın

“Başarılı olmaya değil, değerli olmaya çalışın.”
Zamanınızı başarılı olmak için harcamayın, değerler yaratın. Eğer değerli olursanız başarı kendiliğinden gelecektir.

8. Farklı sonuçlar beklemeyin

“Delilik: Aynı şeyleri tekrar tekrar yapıp farklı sonuçlar beklemek.”
Hergün aynı rutinde yaşayarak farklı görünmeyi bekleyemezsiniz. Hayatınızın değişmesini istiyorsanız kendinizi değiştirmelisiniz.

9. Bilgi deneyimden gelir

“Bilgi malumat değildir. Bilmenin tek yolu deneyimlemektir.”
Bir konuyu tartışabilirsiniz ama bu size sadece felsefi bir anlayış kazandırır. Bir konuyu bilmek istiyorsanız onu deneyimlemelisiniz.

10.  Kuralları öğrenin, daha iyi oynayın

“Oyunun kurallarını öğrenmek zorundasınız. Böylece herkesten iyi oynayabilirsiniz.”
Yapmanız gereken iki şey var. Birincisi oynadığınız oyunun kurallarını öğrenmek. İkincisi ise oyunu herkesten iyi oynamayı istemektir. Bu iki şeyi yaparsanız başarı sizinle olur!

Share

Hıdırellez

Türkiye’nin ve Dünya’nın hızla değişen gündemi, bahar’ın verdiği rehavet ve işlerimin yoğunluğu yüzünden uzun süreden beri yazamadım. Dün ateşlerin üzerinden atlanıldı, gül ağaçlarının altına dileklerin resimleri çizildi ya da çizilen kağıtlar gömüldü… Hızırla İlyas’ın buluştuğu günü fırsat bilerek ve  bereketinden istifade etmek ümidiyle yazayım dedim. Esasında birikmiş hikayelerim var. Mesela, serencam-ı Türk Telekom ya da Türk’ün akademi görmüşü Kral’ın hizmetkarına karşı başlıklardan ikisidir. Ancak bunları uzun uzun yazabilmek lazım, bunun için zamana ihtiyaç var. O da ben de şimdilik yok.

Bu kadar karamsar cümleden sonra Türkçe’nin gelişimi üzerine bir yazıyı paylaşmak istedim.  Bütün yazıyla aynı kanaate sahip olmasamda çoğunluğuna  katılıyorum. Üniversitemizdeki Türk Dili derslerini veren öğretim üyemiz, öğrencilerin yazdığı metinlerin içler acısı halini anlatmıştı. Sanırım bu durum sadece bizim üniversitemize ait bir sorun değil! Okumayan bir ülkeyiz.

Bir yazıya göre Türkiye’de bir yılda basılan kitap Japonya’da bir günde basılıyor. Japonya’da yılda kişi başına 25 kitap, Fransa’da 7 kitap, İngiltere’de 12, ABD’de kişi başına 8 kitap üretilirken, Türkiye’de kişi başına bir kitaba 12 bin 89 kişi düşüyor. Almanya’da kişi başına düşen günlük okuma süresi 24 dakika iken, Türkiye’de 13 saniye.

Yazmak ve okumak beynin dil’e ait kısımlarını hareketlendirir..Kurumuş topraklara akan dereler gibi..

Madem yeri geldi, Bedri  Rahmi Eyüboğlu’nun üç dil şiirine bayılırım.

En azından üç dil bileceksin
En azından üç dilde
Ana avrat dümdüz gideceksin
En azından üç dil bileceksin
En azından üç dilde düşünüp rüya göreceksin
En azından üç dil
Birisi ana dilin
Elin ayağın kadar senin
Ana sütü gibi tatlı
Ana sütü gibi bedava
Nenniler, masallar, küfürler de caba
Ötekiler yedi kat yabancı
Her kelime arslan ağzında
Her kelimeyi bir bir dişinle tırnağınla
Kök sökercesine söküp çıkartacaksın
Her kelimede bir tuğla boyu yükselecek
Her kelime bir kat daha artacaksın

En azından üç dil bileceksin
En azından üç dilde
Canımın içi demesini
Canım ağzıma geldi demesini
Kırmızı gülün alı var demesini
Nerden ince ise ordan kopsun demesini
Atın ölümü arpadan olsun demesini
Keçiyi yardan uçuran bir tutam ottur demesini
İnsanın insanı sömürmesi
Rezilliğin dik alası demesini
Ne demesi be
Gümbür gümbür gümbürdemesini becereceksin

En azından üç dil bileceksin
En azından üç dilde
Ana avrat dümdüz gideceksin
En azından üç dil
Çünkü sen ne tarih ne coğrafya
Ne şu ne busun
Oğlum Mernuş
Sen otobüsü kaçırmış bir milletin çocuğusun.

Bütün girizgahtan sonra esas metni gelmeyi başardım. Buraya kadar bu yazıyı okumuşsan “sadık okuyucu ödülünü” almaya kesinlikle hak kazanmışssın demektir.

Türkçemizin ilk hali, son hali ve geleceği …
Yıl: 1960
“Karşıma âniden çıkınca ziyâdesiyle şaşakaldım.. Nasıl bir edâ takınacağıma hükûm veremedim, âdetâ vecde geldim. Buna mukâbil az bir müddet sonra kendime gelir gibi oldum, yüzünde beni fevkalâde rahatlatan bir tebessüm vardı.. Üstümü başımı toparladım, kendinden emin bir sesle ‘akşam-ı şerifleriniz hayrolsun’ dedim..”
Yıl: 1970
“Karşıma birdenbire çıkınca çok şaşırdım.. Ne yapacağıma karar veremedim, heyecandan ayaklarım titredi. Ama çok geçmeden kendime gelir gibi oldum,
yüzünde beni rahatlatan bir gülümseme vardı.. Üstüme çeki düzen verdim, kendinden emin bir sesle ‘iyi akşamlar’ dedim..”
Yıl: 1980
“Karşıma âniden çıkınca fevkalâde şaşırdım.. Nitekim ne yapacağıma hükûm veremedim, heyecandan ayaklarım titredi. Amma ve lâkin kısa bir süre sonra
kendime gelir gibi oldum, nitekim yüzünde beni ferahlatan bir tebessüm vardı.. Üstüme çeki düzen verdim, kendinden emin bir sesle ‘hayırlı akşamlar’ dedim..”
Yıl: 1990
“Karşıma birdenbire çıkınca çok şaşırdım.. Fenâ hâlde kal geldi yâni.. Ama bu iş bizi bozar dedim. Baktım o da bana bakıyor, bu iş tamamdır dedim..
Manitayı tavlamak için doğruldum, artistik bir sesle ‘selâm’ dedim..”
Yıl: 2000
“Âbi onu karşımda öyle görünce çüş falan oldum yâni.. Oğlum bu iş bizi kasar dedim, fenâ göçeriz dedim, enjoy durumları yâni.. Ama concon muyum ki ben,
baktım ki o da bana kesik.. Sarıl oğlum dedim, bu manita senin.. ‘Hav ar yu yavrum?'”
Yıl: 2020
“Ven ay vaz si hör, ben çok yâni öyle işte birden.. Off, ay dont nov âbi yaa.. Ama o da bana öyle baktı, if so âşık len bu manita.. ‘Hay beybi..’

Share