Ölür ise ten ölür, canlar ölesi değil.

Haberi aldığımda Viyana’da sabah kahvaltımı yapıyordum. Yekta Kopan’ın twitter mesajından aşağıdaki satırları okudum.

Bir anda kanım çekildi. Nuh Köklü’yü hiç tanımadım. Hiç görmedim. Hiç duymadım. O sabaha kadar dünyamın bir parçası değildi. Uzunca bir süre ne kahvaltımdan bir lokma alabildim ne de çayımdan bir yudum. Acı boğazıma dizildi…

İlk haberler basitçe bir dükkanın camına atılan kartopu yüzünden bir can’ın gittiğini söylüyordu. Hemen Nuh’un annesi aklıma geldi. Onu da hiç tanımıyorum. Haberi aldığında dünyasının nasıl yıkıldığı gözlerimin önüne geldi.

21 Şubat 2015’de Nuh Köklü’yü anmak için eylemde dağıtılan bilgi notu elime geçti. Olayın bize anlatılandan, en azından benim bildiğimden çok farklı olduğunu öğrendim. Bilgi notunda şu satırlar yer alıyordu:

“Yoldaşımızı, canımızı, can arkadaşımızı, Nuh Köklü’yu yitirdik…

Yeldeğirmeni Dayanışması ve Forza Yeldeğirmeni’nden arkadaşımız Nuh Köklü’yu psikopat bir esnaf gözümüzün önünde katletti.

Altıyol Boğa’da saat 20:00’da “İç Güvenlik Paketine karşı #direnözgürlük nöbeti tuttuktan sonra mahallemize dönerken kar topu oynamaya başladık. Karakolhane Caddesi’ne geldiğimizde camına sadece bir kar topu isabet eden Aktar dükkanından çıkan katil küfürlü bir şekilde, camının kırılma ihtimali üzerine bağırmaya başladı.

Sakinleştirme çabamıza rağmen üslubunu değiştirmeyen katil “silahı getirir hepinizi öldürürüm, raporum var ertesi gün de elimi kolumu sallar çıkarım” diyerek dükkana koştu ve elinde bir beyzbol sopasıyla dışarı çıktı. Sopayı savurduğu anda elinden alıp olayı kapatmak için ısrar etmemize rağmen tekrar içeri koşup elinde ekmek bıçağıyla çıkan katil önce kendisini engellemeye çalışan kadın arkadaşımıza bıçağı savurdu ve şans eseri bıçak omzunun üstünden geçti. Onu itip erkek arkadaşımıza ulaşan katil bıçağı ile montunu kesti ancak yaralayamadı. Ardından karşı kaldırımda kalan başka arkadaşa yönelen katil çöp konteynırmın arkasına onu sıkıştırıp itince NUH yardıma koştu ve katile müdahale etti ve kayıp düştü. O esnada NUH’a dönüp doğrudan göğsüne saplayan katil ayağa kalkarak bıçağı önüne gelene savurmaya devam etti.

On onbeş adım atan NUH yere yığıldı ve sağlıkçı arkadaşımız tampon yapmaya başladı. Bu esnada psikopat halen “bana bir şey olmaz yarın çıkarım” diye bağırıyordu.

Arkadaşlarımız Nuh’u taksi ile hastaneye götürdüler. Bütün bu olanlara ve toplanan yaklaşık 150 kişinin kınamalarına rağmen küfürlerine, kadın arkadaşlara tacizlerine devam eden katil dükkana girip bıçağı ve ellerini yıkadıktan sonra telefonda sırıtarak biriyle konuşmaya başladı. Dışarı çıkıp önüne gelene küfür etmeye devam edince mahalleli psikopata müdahale etti ve bu esnada yere düşerken dükkanın kapısındaki camı kırıldı. Bunu açıklama nedenimiz, haberlerde sanki kartopu camı kırmış gibi takdim edilmesidir….”

Nihai kararı mahkemeler verecek. Şahitler dinlenecek, bitmeyen ve geri dönmeyecek canlar üzerinden kararlar verilecek…

Bütün bu olanlara ve geçen haftalardaki Özgecan’ın acı kaybını da hatırlayınca çok kızdım ama çok… Nasıl günler geçiriyorduk ki, camımıza atılan bir kartopunu bıçakla karşılamaya çalışıyorduk. Hala anlayabilmiş değilim. Psikolog da değilim, ancak Türkiye’de herkesin minör depresyondan başlayıp majör’e kadar depresyonun bütün türlerine sahip olduğunu düşünüyorum. Ülkenin günden güne kutuplaşması, insanların gerginliklerinin artması  beni içten içe korkutuyor.

Vicdan, insaf ve merhamet duygularının bu kadar hızlı ortadan kaybolmasına şaşırıyorum. İnsaf diyorum! İnsaf…

 

Share

Kaçıp gitmeye teşneyim

Sirince 005

Kaçıp gitmeye teşneyim ben..Her bahar’da, her sonbahar’da,her kırıldığımda, her hayal kırıklığında..Başımı alıp gitmek istiyor deli gönlüm. Rüzgarlara eşlik etmek istiyorum. İnsanların hoyratlığına, kadirnaşinaslığına kızıyorum. Kızıyorum demek doğru değil sanırım tam anlamıyla hiddetleniyorum. Hiddetim hislerimi muzaffer bir komutan gibi ele geçiriyor ya unutmalıyım ya uyutmalıyım. Hiddetin elinde bir meyyit oluyorum..İşte o mevsimlerde ben gitmeye teşneyim. Yaptıklarımı sıcak bir yaz gününde büyük emeklerle yaptığı kumdan kalelerini yıkan çocuklar gibi parçalamak istiyorum. Sonra yılların yorgunluğuyla bütün gücü çekilen yapraklar gibi ağacımdan rüzgarın kollarına kendimi bırakmaya teşneyim.. Bir gün batımında güneşin uzayan hüzmelerine pervaneler gibi dalmaya teşneyim.. Bunca susuzluk neden? Bu gidişler sanırıp hep ümide doğru çıkılan bir yolculuğun adımları.. Tükenmiş neşemiz, heyecanlarımız, heveslerimiz, aşklarımız, meşklerimiz, rüyalarımız, hayallerimiz…
Ben yeni mebdelere teşneyim…

Share

Komutanlar….

Ece Temelkuran Habertürk’ten atılmadan önce süper bir yazı yazmıştı. Olur da İnternet’ten bir şekilde kaybolursa diye koymak istedim.

Emret Komutan!

SİZ ÇOCUKLARI ÖLDÜRÜN BİZ DE “BİR BİLDİKLERİ VARDIR” DİYELİM
Emret komutan! ANLADIK, siz çocukları öldürün biz de “Bir bildikleri vardır” diye susalım istiyorsunuz. Siz insanları bombalayın, biz onları sessizce eşeklere yükleyip, götürüp gömelim, bizi öldürürken milyar dolarlık bombalar kullanın ama cenazelerimizi kendimiz taşıyalım, karlı tepelerden omzumuzda, yayan aşıralım istiyorsunuz.
SİZ “HÖT” DEYİN BİZ DE EVLERİMİZE DAĞILALIM
Daha taziyemizin çadırı kurulurken, ağıdımızın sesi duyulmadan, biz daha yasımıza başlamadan siz “Höt!” deyin biz de evlerimize dağılalım, çekirdeğimizi çitleyip televizyonda oynayanlara bakalım, aptal olalım, hatta hiç olmayalım, gidip kendi kendimize bir yerde ölelim, ölürken hiç ses çıkarmayalım, geride sonradan canınızı sıkacak bir iz bırakmayalım istiyorsunuz.
APTAL OLALIM, SESSİZCE ÖLELİM Kİ CANINIZ SIKILMASIN
Anladık, deprem evlerimizi başımıza yıksın, siz bizi dondurucu soğukta naylon çadırlara koyun, sonra karşımıza geçip “Sarayda yaşıyorsunuz ulen!” diye sırıtın, biz başımızı önümüze eğelim, hiç üşümeyelim, üşürken ölen bebeklerimizin “hiç giyilmemiş pabuçlarını” ağlamadan satalım, o parayla çekirdek alıp sonra gidip evlerimize çekirdeğimizi çitleyip, televizyonda oynayanlara bakalım, aptal olalım, bir gece uykumuzda donarak, sessizce ölelim, daha da başınıza bela olmayalım, bir mezar taşımız da olmasın ki görünce canınız sıkılmasın istiyorsunuz.
Anladık, kimsenin kimseden haberi olmasın, kimse kimsenin derdiyle hemhal olmasın, haber vermeye çalışanlar, memleketine dertlenen çocuklar, öfkeli hocalar, sendikacılar, hukukçular artık kim varsa “büyük düşünmenizi” engelleyen, hepsi bundan böyle hapishanede yaşasın, kalemini, kâğıdını alın, yerine kumanya verin mis gibi, orada hayvanlar gibi birbirleriyle bile konuşamadan ömürlerini geçirsinler istiyorsunuz. Biz de bunlarla ilgilenmeyelim, çekirdeğimiz, televizyonumuz, domuzlar gibi huzurumuzla yaşayalım gidelim, siz canınız hiç sıkılmadan “projelerinizin” açılış kurdelelerini kesin, hep kurdeleler, alkışlar, balonlar ve çiğdemler-çekirdekler istiyorsunuz.
ÇEKİRDEĞİMİZİ ALIP BALKON KONUŞMASI MI BEKLEYELİM?
Anladık, siz bir gün öyle bir gün böyle deyin, biriniz başka biriniz başka söylesin, barış deyin, savaş deyin, sonra yine barış, sonra yine savaş, arada açılım, kapanım, aklınıza ne gelirse söyleyin, biz her gün hafızamızı yeniden “tazeleyelim”, her sabah sıfır olsun kafamız, ayna gibi mesela, hiç muhakeme yapmayalım, siz her sabah ne söylerseniz bizim için ilk söz o olsun, son söz sizinkisi olsun, hep size inanalım, başkasına hiç kulak asmayalım, siz hep haklı olun, sonra yeniden haklı çıkın, biz de salak gibi böyle oturup “Aaa tabii bir de balkon konuşması var, ona bakmak lazım” diyelim, çekirdeğimizi alalım, balkonlarda hep gözümüz sizi arasın, başka herkese kör olalım, böyle istiyorsunuz.
DERSHANE PARASI İÇİN SINIRDAN SİGARA KAÇIRAN ÇOCUKLAR…
Anladık, siz cambazlar arası kim daha cambaz müsabakası düzenleyin, istihbarat ve komplo kumkumalıklarıyla bir gün önce ölmüş çocuklarımızın cenazesini unutturun, hiç özür dilemeyin, aman siz hiç özür dilemeyin, bizim çocuklar hep sizin çocukların mezesi olsun, ölüsüyle dirisiyle hep sizin “büyük düşünmelerinize” hizmet etsin, okyanus ötesi-berisi bir kayıkçı kavgası bizim öfkemizden hep daha mühim olsun, İstanbul’daki iki kırık dükkân camı bizim çocukların kanını berhava etsin, dershane parası için sınırdan sigara kaçırmak zorunda kalan çocuklarımız bizim, ömründe İstanbul’daki o vitrin camlarını hiç görmeden ölen çocuklarımız hep sizin olsun, tepe tepe kullanın, kullanamayınca öfkelenip böğrümüze çökün, böğrümüz, bağrımız hep size açık olsun istiyorsunuz.
KENDİ KENDİNE KONUŞ DUR! BİZ SENİ DİNLEMİYORUZ!
Anladık, böyle istiyorsunuz. Bunları iyice belledik. Bellettirdin, sağolasın! Şimdi aynaya bak komutan! Bu, sensin! Sen böylesin. Sen bu kadarsın. Sen de şunu anla ey komutan! Biz de bu memleketin geri kalanıyız. Biz seni anladık. Sen de şunu anla o zaman: Bizden bu kadar! Kabul etmiyoruz! Dinlemiyoruz! Sen istediğin kadar emret! Kendi kendine konuş dur! Biz seni dinlemiyoruz!

Ece Temelkuran- Habertürk 31 Aralık 2011

Bu yazıyı yazdıktan iki sene sonra Türkiye’de başlayan hareketleri anlatan aşağıdaki yazısını yazdı.

Var mısın komutan?

Anlaşıldı komutan!

Bize ne kadar çok tahammül etmişsin meğer Komutan! Meğer ne tiksinmişsin bizden de içine atmışsın. Gazlayıp böcekler gibi kaçışımızı izlemek istemişsin demek bunca yıl. Demek bunca yıl dermansız dertlere düşelim de bir hekim bile bulamayalım istemişsin. Bir avukat bile gelmesin yardımımıza. Polis alıp bizi götürsün bir daha bizden haber alınamasın istemişsin. Sığındığımız yerlerde bile nefes alamayıp boğulalım istemişsin. Yoksa önceki gece niye jandarmanı, polisin yığıp üzerimize, doktorları gözaltına alıp avukatlara bile nerede olduğumuzu söylemeyesin ki! Sen bizden hep tiksinmişsin komutan. Haydi şimdi açıkça söyle. Söyle de bitsin bu yalan oyunu.

Kalplerini neyle mühürledin Komutan?

Hala senin doğruyu söyleyen bir “dünya lideri” olduğuna inananlar var Komutan! Kızların ve oğlanların 15 gündür masum insanlara etmedikleri hakareti, tehdidi bırakmadılar. Sen bunları nasıl zehirlediysen Komutan, minicik çocuklar gazdan yaralanırken dalga geçiyorlar, gevrek gevrek gülüyorlar. Komutan sen bunlara ne yaptın? Senin sivil askerlerin artık ufacık çocuklara bile merhamet etmiyor. Sen bunların kalbini nasıl mühürledin Komutan? Neyle? Hepimizin ölmesini istiyorlar. Yoo, hiç de abartmıyorum. Ben ve benim gibi insanların hepsi günlerdir ölümle tehdit ediliyor, aşağılanıyorlar.

Emret kölelerine Komutan!

Hey Komutan! Kendisine saldırılırken sokak köpeklerinin gözyaşlarını silen insanlardan bahsediyorum. Onlar artık “üç-beş ağaç için” yapmıyor bunları. Ama belli ki sen de bir AVM için yapmıyorsun. Peki niçin bu kadar çok yalan söylüyorsun Komutan? Hala camide içtiler, çadırda bilmem ne yaptılar diye niye hala öfkeli küçük askerlerini üzerimize sürüyorsun? Sen biz ölelim istiyorsun değil mi? Ölemim de kurtul, değil mi? Öldükçe çoğalır insanlar, sen iyi bilirsin. Aşağılandıkça dikleşir, tehdit edildikçe güçlenir. Sen bunları iyi bilirsin. Bu insanları sen kendinden daha az mı gururlu sandın Komutan? Söyle kölelerine sana görüntüleri göstersinler. Yüzlerine bak o çocukların. Kimi öldürmeye çalıştığına iyi bak. Bir AVM uğruna, senin iktidarın uğruna ne güneşler batıyor, gör bunu Komutan!

Senin durumun fena Komutan!

Ne çok pusucuymuşsun be Komutan! Bu çocuklar silahsız-külahsız düelloya davet ettiler seni. Sen arkalarından dolaşıp küçük askerlerinle, yalanlarınla ve binbir türlü oyunlarınla kandırdın onları. Senin gazetelerin, televizyonların göstermiyor diye sakın içini rahatlatma. Çünkü artık herkes kendi gözleriyle gördü. Ben senin gibi kelle hesabı yapamam, yüzde kaçtır bilmem. Ama bu memleket tarihinin en büyük ayaklanmasını gördü. Ömürleri oldukça unutmayacakları bir geceydi. Artık herkesin kendi hikayesi var Komutan. Senin durumun çok fena yani, bilesin.

Açık konuş Komutan!

Uluslararası bir oyun mu var? Bilemem. Ama sen bu uluslararası oyunları iyi bilirsin Komutan. Belki seni o koltuğa getiren oyunlardan biri sana karşı oynanıyor şimdi. Belki bu yüzden asabın bu kadar bozuk. Ben oralarını bilemem, biz bilemeyiz. Bizim senin ve çılgın kölelerin kadar “network”ümüz olmadı hiç. Hiç de olmayacak. Bizim bildiğimiz şudur Komutan: Sen ilaçlı sularla derimizi yaktın. Elektrikleri kesip sopalı adamlarını üzerimize saldın. Ara sokaklarda insan avına çıkardın askerlerini. Gençlerimizin kafasına sıktırdın Komutan! Bizim bildiğimiz bu. Senin bildiğin ne? Açıkça söyle biz de bilelim.

Var mısın Komutan?

Hey Komutan! Bundan iki yıl önce sana bir yazı yazmıştım, hatırladın mı? “Emret Komutan!” diye başlıyordu. Ertesi gün işimden olduğum gibi o çılgın kölelerin hep beraber bana bir yıl hayatı zindan ettiler. Etmediklerini bırakmadılar. Nereye gitsem peşimdeydiler, ne zaman gık desem tepemdeydiler. Parmaklarını gözüme sokup tehditler ettiler. Ben seninkileri iyi bilirim Komutan! Sen de şimdi bizimkileri bildin mi! Bizde tehdit, pusu, oyun, yalan dolan yok. Bizimkiler de böyle işte Komutan. Sokakta hepsi, yüzüyle, adıyla, açık açık. Bir tek yürekleri var ortaya koyacak. Söyle şimdi Komutan:

Var mısın?!

Ece Temelkuran 17.06.2013 13:19:28 T24

Share