Konserlere oradaydım demek için gitmek…

 

Uzun süreden beri sinemaya gitmek için iki kere düşünüyorum. Sinemada konuşanlar, dünyayı kurtarmakla yükümlü de zorla sinemaya getirilmiş gibi durmadan telefonlarını kontrol edenler, whatsapp’tan yazışanlar, vs, vs..

Elbette toplumun değişiminin önüne ben geçecek değilim. İletişim teknolojilerinin hızla arttırdığı bağlanmışlığın getirdiklerine de amenna… Ama bunu zevk için yapılan aktivitelerle birleştirdikleri zaman çileden çıkıyorum. İki tane festivalden farklı konserlere katılma cüretini göstererek belki bir şeyler değişmiştir diyerek iki – üç konsere gittim. Alkışlama problemini bir kenara bırakırsak, konseri dinlemek için gelmiş insanların küçük bir ekran arkasından bütün gösteriyi izlemelerine tahammül edemiyorum doğrusu. Fotoğraf çekmek, anı saklamak anlaşılır bir durumken bütün konseri parlak ekranlı akıllı telefonuyla kaydetmeye çalışanları ise anlayamıyorum. Belli ki bazı organizatörler konserin biletlerini tanıdıklarına, çalışanlarına ve eş-dostlarına dağıtıyorlar. Bilet var diye konsere gidenlerin rahatlığı her anlamda ve her noktada ortaya çıkıyor. Organizasyon firması en iyi yerin biletlerini hiç ilgisi olmayan insanlara dağıtınca ve onlar da zaman zaman konsere gelmeyince ortaya çıkan manzaranın absürtlüğünü gidermek hayli güç oluyor. Beleş biletin baldan tatlı olduğu bu günlerde..Bazı katılımcılarda sevmeselerde eşlerini ve dostlarını gayet alternatif sayılabilecek müzik türlerine sürüklediklerini için onlar da en yakın zaman geçirme aleti olan akıllı telefonlarına sarılıyorlar. Ben konser boyunca telefonundaki bütün fotoğraflarını düzenleyen kişileri gözlerimle gördüm. Konserin nisbeten karanlık ortamında o telefon ekranlarının ne denli sinir bozucu olduğunu anlatamam.

Öte yandan gittiğim son konser bir Jazz konseriydi, arkamızda oturan ve sürekli bizim koltuğumuzu tekmeleyen ablanın 5 yaşındaki çocuğunu (gelişmiş müzik zevki varsa demek) getirdiğine şahit oldum. Ne müzik sevgisidir ki, çocuğunu bırakacak kimse olmamasına rağmen Jazz konserine gelebilmişti. Çocuğu konser boyunca bizim koltukları tekmeledi ve kafamızda dolaştı ama tek kelime etmedi..Bir de tam arkamda gün yapmak yerine konsere gelmiş iki teyze vardı. Konseri NBA maçı havasında dakika dakika yorumladıkları için ve susmalarını ima eden bakışları da umursamadıkları için konser bana bir eziyet haline geldi. Yanımda oturan hanımefendi whatsapp’dan hiç nefes almadan konser boyunca yazışması ve önümdeki beyefendinin bütün performans boyunca yatırımlarını gösteren bir ekrandan yatırımları izlemesi de çabası.
Benzer durumlarının bir çok konser salonunda olduğunu biliyorum…Eğer konsere gittim demek için gidiyorsanız ve siber dünyada arkadaşlarınıza hava atmak istiyorsanız daha kolay yöntemleri var. Nolur hem dinleyenlere hem de söyleyenlere biraz saygı gösterelim…

Share

Komutanlar….

Ece Temelkuran Habertürk’ten atılmadan önce süper bir yazı yazmıştı. Olur da İnternet’ten bir şekilde kaybolursa diye koymak istedim.

Emret Komutan!

SİZ ÇOCUKLARI ÖLDÜRÜN BİZ DE “BİR BİLDİKLERİ VARDIR” DİYELİM
Emret komutan! ANLADIK, siz çocukları öldürün biz de “Bir bildikleri vardır” diye susalım istiyorsunuz. Siz insanları bombalayın, biz onları sessizce eşeklere yükleyip, götürüp gömelim, bizi öldürürken milyar dolarlık bombalar kullanın ama cenazelerimizi kendimiz taşıyalım, karlı tepelerden omzumuzda, yayan aşıralım istiyorsunuz.
SİZ “HÖT” DEYİN BİZ DE EVLERİMİZE DAĞILALIM
Daha taziyemizin çadırı kurulurken, ağıdımızın sesi duyulmadan, biz daha yasımıza başlamadan siz “Höt!” deyin biz de evlerimize dağılalım, çekirdeğimizi çitleyip televizyonda oynayanlara bakalım, aptal olalım, hatta hiç olmayalım, gidip kendi kendimize bir yerde ölelim, ölürken hiç ses çıkarmayalım, geride sonradan canınızı sıkacak bir iz bırakmayalım istiyorsunuz.
APTAL OLALIM, SESSİZCE ÖLELİM Kİ CANINIZ SIKILMASIN
Anladık, deprem evlerimizi başımıza yıksın, siz bizi dondurucu soğukta naylon çadırlara koyun, sonra karşımıza geçip “Sarayda yaşıyorsunuz ulen!” diye sırıtın, biz başımızı önümüze eğelim, hiç üşümeyelim, üşürken ölen bebeklerimizin “hiç giyilmemiş pabuçlarını” ağlamadan satalım, o parayla çekirdek alıp sonra gidip evlerimize çekirdeğimizi çitleyip, televizyonda oynayanlara bakalım, aptal olalım, bir gece uykumuzda donarak, sessizce ölelim, daha da başınıza bela olmayalım, bir mezar taşımız da olmasın ki görünce canınız sıkılmasın istiyorsunuz.
Anladık, kimsenin kimseden haberi olmasın, kimse kimsenin derdiyle hemhal olmasın, haber vermeye çalışanlar, memleketine dertlenen çocuklar, öfkeli hocalar, sendikacılar, hukukçular artık kim varsa “büyük düşünmenizi” engelleyen, hepsi bundan böyle hapishanede yaşasın, kalemini, kâğıdını alın, yerine kumanya verin mis gibi, orada hayvanlar gibi birbirleriyle bile konuşamadan ömürlerini geçirsinler istiyorsunuz. Biz de bunlarla ilgilenmeyelim, çekirdeğimiz, televizyonumuz, domuzlar gibi huzurumuzla yaşayalım gidelim, siz canınız hiç sıkılmadan “projelerinizin” açılış kurdelelerini kesin, hep kurdeleler, alkışlar, balonlar ve çiğdemler-çekirdekler istiyorsunuz.
ÇEKİRDEĞİMİZİ ALIP BALKON KONUŞMASI MI BEKLEYELİM?
Anladık, siz bir gün öyle bir gün böyle deyin, biriniz başka biriniz başka söylesin, barış deyin, savaş deyin, sonra yine barış, sonra yine savaş, arada açılım, kapanım, aklınıza ne gelirse söyleyin, biz her gün hafızamızı yeniden “tazeleyelim”, her sabah sıfır olsun kafamız, ayna gibi mesela, hiç muhakeme yapmayalım, siz her sabah ne söylerseniz bizim için ilk söz o olsun, son söz sizinkisi olsun, hep size inanalım, başkasına hiç kulak asmayalım, siz hep haklı olun, sonra yeniden haklı çıkın, biz de salak gibi böyle oturup “Aaa tabii bir de balkon konuşması var, ona bakmak lazım” diyelim, çekirdeğimizi alalım, balkonlarda hep gözümüz sizi arasın, başka herkese kör olalım, böyle istiyorsunuz.
DERSHANE PARASI İÇİN SINIRDAN SİGARA KAÇIRAN ÇOCUKLAR…
Anladık, siz cambazlar arası kim daha cambaz müsabakası düzenleyin, istihbarat ve komplo kumkumalıklarıyla bir gün önce ölmüş çocuklarımızın cenazesini unutturun, hiç özür dilemeyin, aman siz hiç özür dilemeyin, bizim çocuklar hep sizin çocukların mezesi olsun, ölüsüyle dirisiyle hep sizin “büyük düşünmelerinize” hizmet etsin, okyanus ötesi-berisi bir kayıkçı kavgası bizim öfkemizden hep daha mühim olsun, İstanbul’daki iki kırık dükkân camı bizim çocukların kanını berhava etsin, dershane parası için sınırdan sigara kaçırmak zorunda kalan çocuklarımız bizim, ömründe İstanbul’daki o vitrin camlarını hiç görmeden ölen çocuklarımız hep sizin olsun, tepe tepe kullanın, kullanamayınca öfkelenip böğrümüze çökün, böğrümüz, bağrımız hep size açık olsun istiyorsunuz.
KENDİ KENDİNE KONUŞ DUR! BİZ SENİ DİNLEMİYORUZ!
Anladık, böyle istiyorsunuz. Bunları iyice belledik. Bellettirdin, sağolasın! Şimdi aynaya bak komutan! Bu, sensin! Sen böylesin. Sen bu kadarsın. Sen de şunu anla ey komutan! Biz de bu memleketin geri kalanıyız. Biz seni anladık. Sen de şunu anla o zaman: Bizden bu kadar! Kabul etmiyoruz! Dinlemiyoruz! Sen istediğin kadar emret! Kendi kendine konuş dur! Biz seni dinlemiyoruz!

Ece Temelkuran- Habertürk 31 Aralık 2011

Bu yazıyı yazdıktan iki sene sonra Türkiye’de başlayan hareketleri anlatan aşağıdaki yazısını yazdı.

Var mısın komutan?

Anlaşıldı komutan!

Bize ne kadar çok tahammül etmişsin meğer Komutan! Meğer ne tiksinmişsin bizden de içine atmışsın. Gazlayıp böcekler gibi kaçışımızı izlemek istemişsin demek bunca yıl. Demek bunca yıl dermansız dertlere düşelim de bir hekim bile bulamayalım istemişsin. Bir avukat bile gelmesin yardımımıza. Polis alıp bizi götürsün bir daha bizden haber alınamasın istemişsin. Sığındığımız yerlerde bile nefes alamayıp boğulalım istemişsin. Yoksa önceki gece niye jandarmanı, polisin yığıp üzerimize, doktorları gözaltına alıp avukatlara bile nerede olduğumuzu söylemeyesin ki! Sen bizden hep tiksinmişsin komutan. Haydi şimdi açıkça söyle. Söyle de bitsin bu yalan oyunu.

Kalplerini neyle mühürledin Komutan?

Hala senin doğruyu söyleyen bir “dünya lideri” olduğuna inananlar var Komutan! Kızların ve oğlanların 15 gündür masum insanlara etmedikleri hakareti, tehdidi bırakmadılar. Sen bunları nasıl zehirlediysen Komutan, minicik çocuklar gazdan yaralanırken dalga geçiyorlar, gevrek gevrek gülüyorlar. Komutan sen bunlara ne yaptın? Senin sivil askerlerin artık ufacık çocuklara bile merhamet etmiyor. Sen bunların kalbini nasıl mühürledin Komutan? Neyle? Hepimizin ölmesini istiyorlar. Yoo, hiç de abartmıyorum. Ben ve benim gibi insanların hepsi günlerdir ölümle tehdit ediliyor, aşağılanıyorlar.

Emret kölelerine Komutan!

Hey Komutan! Kendisine saldırılırken sokak köpeklerinin gözyaşlarını silen insanlardan bahsediyorum. Onlar artık “üç-beş ağaç için” yapmıyor bunları. Ama belli ki sen de bir AVM için yapmıyorsun. Peki niçin bu kadar çok yalan söylüyorsun Komutan? Hala camide içtiler, çadırda bilmem ne yaptılar diye niye hala öfkeli küçük askerlerini üzerimize sürüyorsun? Sen biz ölelim istiyorsun değil mi? Ölemim de kurtul, değil mi? Öldükçe çoğalır insanlar, sen iyi bilirsin. Aşağılandıkça dikleşir, tehdit edildikçe güçlenir. Sen bunları iyi bilirsin. Bu insanları sen kendinden daha az mı gururlu sandın Komutan? Söyle kölelerine sana görüntüleri göstersinler. Yüzlerine bak o çocukların. Kimi öldürmeye çalıştığına iyi bak. Bir AVM uğruna, senin iktidarın uğruna ne güneşler batıyor, gör bunu Komutan!

Senin durumun fena Komutan!

Ne çok pusucuymuşsun be Komutan! Bu çocuklar silahsız-külahsız düelloya davet ettiler seni. Sen arkalarından dolaşıp küçük askerlerinle, yalanlarınla ve binbir türlü oyunlarınla kandırdın onları. Senin gazetelerin, televizyonların göstermiyor diye sakın içini rahatlatma. Çünkü artık herkes kendi gözleriyle gördü. Ben senin gibi kelle hesabı yapamam, yüzde kaçtır bilmem. Ama bu memleket tarihinin en büyük ayaklanmasını gördü. Ömürleri oldukça unutmayacakları bir geceydi. Artık herkesin kendi hikayesi var Komutan. Senin durumun çok fena yani, bilesin.

Açık konuş Komutan!

Uluslararası bir oyun mu var? Bilemem. Ama sen bu uluslararası oyunları iyi bilirsin Komutan. Belki seni o koltuğa getiren oyunlardan biri sana karşı oynanıyor şimdi. Belki bu yüzden asabın bu kadar bozuk. Ben oralarını bilemem, biz bilemeyiz. Bizim senin ve çılgın kölelerin kadar “network”ümüz olmadı hiç. Hiç de olmayacak. Bizim bildiğimiz şudur Komutan: Sen ilaçlı sularla derimizi yaktın. Elektrikleri kesip sopalı adamlarını üzerimize saldın. Ara sokaklarda insan avına çıkardın askerlerini. Gençlerimizin kafasına sıktırdın Komutan! Bizim bildiğimiz bu. Senin bildiğin ne? Açıkça söyle biz de bilelim.

Var mısın Komutan?

Hey Komutan! Bundan iki yıl önce sana bir yazı yazmıştım, hatırladın mı? “Emret Komutan!” diye başlıyordu. Ertesi gün işimden olduğum gibi o çılgın kölelerin hep beraber bana bir yıl hayatı zindan ettiler. Etmediklerini bırakmadılar. Nereye gitsem peşimdeydiler, ne zaman gık desem tepemdeydiler. Parmaklarını gözüme sokup tehditler ettiler. Ben seninkileri iyi bilirim Komutan! Sen de şimdi bizimkileri bildin mi! Bizde tehdit, pusu, oyun, yalan dolan yok. Bizimkiler de böyle işte Komutan. Sokakta hepsi, yüzüyle, adıyla, açık açık. Bir tek yürekleri var ortaya koyacak. Söyle şimdi Komutan:

Var mısın?!

Ece Temelkuran 17.06.2013 13:19:28 T24

Share