2018 bitti ve biz..

Yeni bir yıla girerken insan gerçekten koca bir yılın nasıl bittiğini düşünmeden edemiyor. Hayatımızdan geçip giden 365 gün. Hele de instagram story’lerinde kullanıcıların tarihlerle günlerinin nasıl geçtiğini yazınca ben de düşünmeden edemedim.

Benim için gergin, yorucu ve zaman zaman üzücü bir yıl oldu. İnişler ve çıkışlarla doluydu. Herkes kendi dünyasını inşa ediyor ve onun içinde küçük ve büyük kıyametlerini yaşıyor. Her tufandan kurtuluşumuzda yeni alışkanlıklar oluşturacağımıza kendimize söz veriyoruz. Hatta her yeni yıl için kararlar alıyoruz.

Ne kadarını uygulayabiliyoruz bilmiyorum ama yine de alıyoruz. Bunun bir tarafının ümitle ilgisi olmalı diye düşünüyorum. Latince sözde denildiği gibi dum spiro spero, nefes aldıkça ümit edebiliriz ya da bizim deyişimizle çıkmadık candan ümit kesilmez. Her yıl hayatımızda yanlış giden birşeyleri değiştirebilmeyi, doğru işler yapabilmeyi, mutlu olabilmeyi, sağlıklı olabilmeyi, kısıtlarımızdan kurtulmayı, hepsinden önemlisi kendimizi aşmayı ümit ediyoruz. Yaş aldıkça yapamadıklarımızı için daha çok zaman ayırabilmeyi ümit ediyoruz. Bu ümit bizi ayakta tutuyor ve yeni güne umutla bakmamıza imkan sağlıyor.

Ümitsizlik büyük bir bataklıktır..İnsanı içine alır ve karanlığında öldürür. Eğer bu yıl birşeyleri alışkanlık haline getirmek istiyorsanız onları sürekli kesintisiz olarak tekrar edin, insan beyni ancak böyle anlıyor. Yeni insanlar tanıyalım, yeni hikayeler dinleyelim ve anlatalım, yazalım çokca yazalım.

Ümit edebilmek için güzel hikayeler, resimler ve arkadaşlar edinelim…

Herkese sağlıklı bir yıl dilerim.

Bugün gördüğüm bir tweet’de Abbas Kiyarustemi’nin hastane yatağında dinlemeyi istediği (Mohsen Namjo’dan dinlemiş olabilirsiniz) parçanın adı Nobahari

https://twitter.com/HVrtnyn/status/1080166642305388544
Share

Süheyl Ünver ve yazmak

Vapurda yazmaya başlayınca aklıma hemen Nezih Uzel’in Süheyl Ünver hakkındaki bir ifadesi geldi. Herkes diye birşeyden bahsediyor. Nezih Uzel’e  göre Süheyl bey bulduğu küçük kağıtların arkasına yazarmış. Mesela akşam eve giderken vapura bindiğinde vapur tarifesinin arkasına yazardı, diyor ve ilave eder. Kendisi gelse arşivinde ne nerede bulamaz diye tamamlıyor. Öte yandan Niklas Luhmann   yine çok yazan birisi olarak her yazdığını (ya da aldığı notu) kaydedip tasnif ediyor. Peki bu durumda niye bizim kültürümüzde tasnif edilmiş ve düzenlenmiş kişisel arşivler bulunmuyor. Kültürümüz parça parça üretmek üzerine mi kurgulanmış? Yok akademik kurgunun ya da öğretimin eksikliğinden mi kaynaklanıyor. Sanırım bu not tutmaktan ziyade belirli sınırlar içinde sistemsel düşünmekle ilgili olduğunu düşünüyorum. Tabii ki bunun imkansızlıklarla ilgili olduğunu da aklımızın bir köşesinde tutmak gerek. Süheyl Ünver’in mali durumu hakkında bilgim yok ama Ahmet Hamdi Tanpınar’ın imkansızlık içinde tuttuğu defterleri ve notları İnci EnginünZeynep Kerman ‘ın kitabında açıkca görülmektedir. O zaman Süheyl Ünver’in durumunun imkansızlıktan öte bilişsel bir durum olduğunu söylemek mümkün olabilir diye düşünüyorum. Belki bu noktada sistemik düşünebilme yetisini geliştirmek zorunda olduğumuzu hatırlatmak isterim. Yazmak, sistemli düşünmek ve ürettiklerimizi düzenlemek belki de entellektüel üretimin önemli şartlarından birisi mi diye düşünmeden edemiyorum. Geçen gün okuduğum Dr. Hakan Erdem’in mülakatında belirttiği gibi birilerinin de bu üretimleri koruması gerektiğini de unutmamak lazım. 

Share

Değişmeyen tek gerçek…

Sizi bilmiyorum, ama ben genelin ve ortalamanın dışına çıkabileceğim hissiyle yaşamıştım. İnsanın isterse genel akışın dışına çıkıp farklı birisi olabileceğine inanmıştım. Halbuki okudukça, yaşadıkça ve düşündükçe bunun çok yorucu bir emek olduğunu ve zannedildiği kadar da pratik bir yaşam biçimi olmadığını ifade etmeliyim. Değişim her zaman düşündüğümüz düzlemde karşımıza çıkmıyor. Değişim her zaman olumlu ve pozitif yönde gerçekleşmiyor. Daha doğrusu her zaman sizin ya da benim istediğim yönde gelmiyor. Değişim rüzgarını yönlendiren kişi sizinle aynı düşünce planına sahip değilse , değişim sizin hayatınızı istediğinizden farklı bir noktaya götürebilir. 

Genel ve temel insan tepkisi işte bu değişime karşı gayet muhafazakar bir biçimde alıştığı hayat çizgisini korumak olacaktır. Alıştığımız düzeni devam ettirmek istemek tabii bir davranış biçimi olabilir ama değişim rüzgarı altında maliyetinin yüksek olacağı muhakkaktır. 

Diyelim ki, vasatlığın hakim olduğu bir düzen olsun. Biz de vasatın üstünde bir yaşam biçimine alışmış olalım. Sizce vasatlıkla mücadele edebilir miyiz? Vasatlığı kendimizden uzakta tutabilir miyiz? Toplumun değişimini yavaşlatabilir miyiz? Ya da sadece kendi özel dairemizi bu vasatlaşmadan uzakta tutabilir miyiz? 

Uzunca düşündükten sonra bunun mümkün olmadığını söyleyebilirim. Hizmet aldığınız yerden tutun da konuştuğumuz konulara kadar vasatlık yavaş yavaş her ortama girmeye başlayacaktır. Ürünlerden size verilen hizmete kadar ya da hizmet edenlerden müşterilere kadar herkes aynı kalitede buluşmaya başlayacaktır. 

Şüphesiz, değişimin rengi herşeyi saracaktır. Direnmek mi yoksa koyup salıvermek mi? Sizin tercihiniz ne?

 

Share