Münacaat

 

birden hatırladık seninle buluşamadığımız günleri
gel ey büyük bakış yüce suskunluk gel artık beri

kentleri ve kasabaları ve köyleri çevirdik senin adına
kapıları tutmaktan artık herkesin nasır oldu elleri

olsun daha da tutarız sen varsan düşüncemizde ama gel
tutarız karaları ve denizleri ve yaşayan yürekleri

kendin karşı koydun yaptığın saraylara zindanlara tellere
yine kendin kullan artık kendi yaptığın tüfekleri

bozgun bir şubat sensin, ekmek ve kan senden, ekim sensin
nerende taşır büyütürsün nerende sonsuz gelecekleri

hatırla, kendini hatırlat, o büyük haklılığı denize giden
hatırla, karada ve denizde onardığın her yeri

hatırla, karada büyük taşları üstüste kodun, hatırla
yürüttün canalıcı denizlerde cesur gemileri

«…senin hüznün bir yazgıdır, bir eski zamandır
büyüksün artık büyük dirimine beni inandır

bir değişmezlik sanırsın çoktan beri her şeyi oysa
bir vakitler güneyde öyle kötü kullanılmış ki…»

gecikmiş bilgeliğin yaşamış bir eski ağacı hatırlatır
ki sen emzirirsin duyguyu, sen beslersin kalemleri

sen yarattın, sendeyiz, suyumuz, toprağımız kanımız
senden ey yüce bekleyiş, sanki bu kalın eller kimin elleri

artık bize soluk ver, bizi besle, kendini hatırla
ey biraz yavaş, biraz kutsal, beklerken az sevinçli

seni bağışlamam çünkü ben büyük bir dirim taşırım
çünkü ben ey derim ve severim ey demeyi bilenleri

biz bir aşk nedir biliriz seninle, biz biliriz
ey kim varsa orda o tek olanın adına çekin kürekleri

(Turgut Uyar, Divan’dan)

Share

Camlarında bakır yanıkları

İstanbul’da bir akşam daha güneşin kente veda etmesi gerektiğini söylüyor. Vapur Karaköy’den hareket etmek üzere bütün yolcular evlerine dönmek için ya da Kadıköy’deki sevgililerine kavuşmak için yerlerini almışlar..Güneş bakır rengiyle bütün geride kalanları vaftiz ediyor. Poyraz günün yorduğu yüzlerimizi biraz tedirgin biraz hoyratca okşuyor.
Gözler yorgun, vücut takatsiz…Diğer yakaya giderken aklımızda öbür yakanın bıraktıkları var. Martı sesleri, vapurun motoru ve dalgaların çırpınışı…Şehrin silüeti çoktan sokak lambalarıyla bozulmuş artık ne Süleymaniye ne de Beyazıd kulesi yalnız…Son yolcular hızla ilkbahar’dan ödünç alınmış bir sonbahar gününde denize yakın olmanın telaşıyla yerlerini almaya çalışıyorlar..Biraz sonra rüzgar saçlarımızı okşayacak…İstanbul’da güne sığdırılamayanlar bir gecede bitecek mi?

Share

Günün parçaları

Bağlandığımız sınırların dışına çıkmak sadece fiziksel anlamda alıştığımız mekanlardan ayrılmak anlamına gelmiyor. Daha önce hiç tanışmadığınız ve bilmediğiniz kültürleri tecrübe ediyorsunuz. Her insanda bütün bildiklerinizi sakladığınız kavanozları kırıp, yeni kaplar yapıyorsunuz. Siz kendinizi yeni baştan tanımlıyorsunuz. İsrail’de yaşadığım zamanlarda beni en çok şaşırtan durum, bindiğiniz belediye otobüsünde kıyafetine bakarak hayır asla diyeceğiniz bir kızın tora okuyor olmasıydı. Hani eskiler demiş ya para ile imanın kimde olduğu belli olmaz diye..Aynen öyle…Bendeki köhneliğe bakın ki senelerce insanları dış görünüşüne göre yargılamışım ve değerlendirmişim..

Bu önyargımın yanını hemen bir başkasını ekleyip; böyle bir manzaranın bizim ülkemizde yaşanamayacağını düşünmüşümdür.. Bu gün sabah bindiğim otobüsteki bir kişi yavaşca Yasin cüzünü çıkarıp açtı ve okudu. Hatta ineceği durağa geldiğinde bile elinde okuyarak indi. Ben gördüğüm örnekle şaşırdım diyerek hayal gücünüze hülyaların yollarını açayım.

……….

Eminönü’ndeki Kadıköy iskelesinden inip otobüs durağına kadar yürümek günlük rutinlerimden birisi. İstanbul’u ne kadar bildiğinizi bilmiyorum. Hatta daha mikro ölçekte Eminönü’nü bile ne kadar bildiğinizi bilmiyorum. Olsun yine de anlatacağım. Bildiğiniz gibi bir zaman önce Eminönü belediyesi diye kurum vardı. Yeniden sınırları çizilen belediye sınırları sırasında yerini Fatih belediyesine bırakarak tarihteki yerini aldı. Gelelim benim karın ağrıma. Eminönü’ndeki Kadıköy iskelesinden indikten sonra otobüs duraklarına ulaşmak için Galata köprüsünün ayaklarındaki alt geçitten geçmek zorundasınız. Bu alt geçit her sabah benim için iki ayrı dünyayı bağlayan bir yer haline geliyor. Eminönü’nün nispeten temizliği bu geçite girerken yerini farklı kokulara ve ıslak zemine terkediyor. Bir süre ışığa aşık pervaneler gibi yürüdükten sonra güneşe kavuşuyorsunuz. Ancak bu yeni meydan turşucuların, balıkçıların, mısırcıların ve bilumum satıcının istilası altında. Yerler yapış yapış.. Karolar kırılmış ve düzensiz..Bambaşka bir dünya sanki.. Buralarda kullanılmış sular bile ortalığa akıtılıyor. Ayaklarım her adımda yapışkan bir yüzeye tutunmuş gibi bir sesle yerden ayrılıyor.. Oradan geçen turist sayısı ise tahmin edemeyeceğiniz kadar çok…
Umarım en kısa sürede çeki düzen verilir. Esas dileğim oradaki esnafın değişmesi; pardon pardon burası Türkiye mi?

Share