Sedef’in incisi

Mevlana’dan:

İçteki kiri su değil, ancak gözyaşı temizler.

Önce farenin şerrini defet, sonra buğday biriktirmeye çalış.

İnsan yüzlü pek çok şeytan var, her ele el vermemek gerek.

Bir kimseyi tanımak istiyorsan düşüp kalktığı arkadaşlarına bak.

Doğrudan nasihat, kişiyi yaralar.

Hayatta muvaffak olmak için üç şey lazımdır: Dikkat, intizam, çalışma.

Akl, aşk ve can! Bu üçü üçgendir. Her derde çare, her yaraya merhemdir.

Komşularından av kapmak aslanlara ayıptır, köpeklere değil.

Dünya âlimin kıymetsiz oyuncağı, delinin de değerli salıncağıdır.

Aşksız olma ki, ölü olmayasın Aşk ile öl ki, diri kalasın…

Topraktan biten güller solar gider,
gönülden biten güller daimidir.

Eşekten şeker esirgenmez ama eşek
yaratılışı bakımından otu beğenir.

Pisler, pisliklerini yapar ama
sular da temizlemeye çalışır.

Nasıl olur da deniz, köpeğin ağzından pislenir,
nasıl olur da güneş üflemekle söner?

Irmak suyunu tümden içmenin imkânı yok ama
susuzluğu giderecek kadar içmemenin de imkânı yok.

Birisi güzel bir söz söylüyorsa bu,
dinleyenin dinlemesinden, anlamasından ileri gelir.

Birinin başına toprak saçsan başı yarılmaz.
Suyu başına döksen, başı kırılmaz.

Toprakla, suyla baş yarmak istiyorsan,
toprağı suya karıştırıp kerpiç yapman gerek.

Kabuğu kırılan sedef üzüntü vermesin sana,
içinde inci vardır.

Share

Benim üniversitelerim

Bu günlerde ne üniversitelerimizin entellektüellikten ve hayatın gerçekliğinden ne derece faydalandığını düşünüyordum. Bütün bunları düşünmeme sebep olan internette tavsiye üzerine bulduğum bir kitap. Ronald Gross tarafından yazılmış Independent Scholar’s Hanbook. Sorular üretin diyor ve düşünün. Basit gerçeklikleri.. İnsanlar üniversitede olmasa bile entellektüel (ne olduğu konusunda henüz bir yargıya varamadım) olabilir diyor Gross..Aklıma gelmişken internet’te rahatca bulunuyor ama ulaşamazsanız lütfen bana bir comment atın 🙂

Günün sorusu şeklinde düşündüklerimi yazdığım kartlardaki soruları etrafa sormaya başaladım. Alışılmadık tepkiler aldım.Etimoloji ile hakkında bugün Nişanyan  yazmış. Bilgilerimi tazelemiş oldum.

Universus Latince sıfat, “hepsi bir yerde, hep beraber, topluca”. Universus mundus deyimi felsefede “varolan şeylerin tümü, bütün dünya” anlamında kullanılmış. Fransızca erken metinlerde aynen universe monde diye geçer, ama 1550’lerden itibaren universe (daha sonra univers) tek başına aynı işi görür olmuş. İngilizcesi de universe, yani evren.

Universitas başka, evrenle alakası yok, “birlik, dernek, cemiyet”. Ortaçağ hukukunda “tüzel kişilik sahibi lonca” için kullanılan bir tabir. Galiba ilk kez 1160’larda Paris’te, ya da ondan beş on yıl önce İtalya’daki Bologna’da ders okutan hocalar bir araya gelip haklarını daha iyi korumak ve kim ders verebilir kim veremez meselesini kurala bağlamak için bir universitas kurmuşlar. Bir de resmî berat almışlar ki, eşrafı, derebeysi, kilisesi, paşası, eşkiyası şusu busu işlerine karışmasın, kendi koydukları kurallar çerçevesinde serbestçe ders verebilsinler.

Bu tanımda iki unsur dikkatimi çekti.  Önce ders verenler bir güç alanı oluşturuyorlar. Bu alana kimin girip giremeyeceğine karar veriyorlar. Yani güçlerini eğer varsa bilgeliklerini kimlerle paylaşacaklarını sorguluyorlar. Ardından kimse onlara karışmasın diye başka güç odaklarıyla anlaşmalar yapıyorlar. Günümüzde devlet onlara karışmasın diye devletin gücünü tanıyorlar.

Bir yerlerde birşeyler yanlış gitmiş ama nerede bilmiyorum. Tek bildiğim açılmayan iki şey çok tehlikelidir:

-Paraşüt

ve

-Zihin..

İkisi de ölümcül olabiliyor.

Share

Anlatamıyorum

Ağlasam sesimi duyar mısınız,
Mısralarımda;
Dokunabilir misiniz,
Göz yaşlarıma, ellerinizle?

Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel,
Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu
Bu derde düşmeden önce.

Bir yer var, biliyorum;
Her şeyi söylemek mümkün;
Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;
Anlatamıyorum.

Orhan Veli Kanık

Share