Komutanlar….

Ece Temelkuran Habertürk’ten atılmadan önce süper bir yazı yazmıştı. Olur da İnternet’ten bir şekilde kaybolursa diye koymak istedim.

Emret Komutan!

SİZ ÇOCUKLARI ÖLDÜRÜN BİZ DE “BİR BİLDİKLERİ VARDIR” DİYELİM
Emret komutan! ANLADIK, siz çocukları öldürün biz de “Bir bildikleri vardır” diye susalım istiyorsunuz. Siz insanları bombalayın, biz onları sessizce eşeklere yükleyip, götürüp gömelim, bizi öldürürken milyar dolarlık bombalar kullanın ama cenazelerimizi kendimiz taşıyalım, karlı tepelerden omzumuzda, yayan aşıralım istiyorsunuz.
SİZ “HÖT” DEYİN BİZ DE EVLERİMİZE DAĞILALIM
Daha taziyemizin çadırı kurulurken, ağıdımızın sesi duyulmadan, biz daha yasımıza başlamadan siz “Höt!” deyin biz de evlerimize dağılalım, çekirdeğimizi çitleyip televizyonda oynayanlara bakalım, aptal olalım, hatta hiç olmayalım, gidip kendi kendimize bir yerde ölelim, ölürken hiç ses çıkarmayalım, geride sonradan canınızı sıkacak bir iz bırakmayalım istiyorsunuz.
APTAL OLALIM, SESSİZCE ÖLELİM Kİ CANINIZ SIKILMASIN
Anladık, deprem evlerimizi başımıza yıksın, siz bizi dondurucu soğukta naylon çadırlara koyun, sonra karşımıza geçip “Sarayda yaşıyorsunuz ulen!” diye sırıtın, biz başımızı önümüze eğelim, hiç üşümeyelim, üşürken ölen bebeklerimizin “hiç giyilmemiş pabuçlarını” ağlamadan satalım, o parayla çekirdek alıp sonra gidip evlerimize çekirdeğimizi çitleyip, televizyonda oynayanlara bakalım, aptal olalım, bir gece uykumuzda donarak, sessizce ölelim, daha da başınıza bela olmayalım, bir mezar taşımız da olmasın ki görünce canınız sıkılmasın istiyorsunuz.
Anladık, kimsenin kimseden haberi olmasın, kimse kimsenin derdiyle hemhal olmasın, haber vermeye çalışanlar, memleketine dertlenen çocuklar, öfkeli hocalar, sendikacılar, hukukçular artık kim varsa “büyük düşünmenizi” engelleyen, hepsi bundan böyle hapishanede yaşasın, kalemini, kâğıdını alın, yerine kumanya verin mis gibi, orada hayvanlar gibi birbirleriyle bile konuşamadan ömürlerini geçirsinler istiyorsunuz. Biz de bunlarla ilgilenmeyelim, çekirdeğimiz, televizyonumuz, domuzlar gibi huzurumuzla yaşayalım gidelim, siz canınız hiç sıkılmadan “projelerinizin” açılış kurdelelerini kesin, hep kurdeleler, alkışlar, balonlar ve çiğdemler-çekirdekler istiyorsunuz.
ÇEKİRDEĞİMİZİ ALIP BALKON KONUŞMASI MI BEKLEYELİM?
Anladık, siz bir gün öyle bir gün böyle deyin, biriniz başka biriniz başka söylesin, barış deyin, savaş deyin, sonra yine barış, sonra yine savaş, arada açılım, kapanım, aklınıza ne gelirse söyleyin, biz her gün hafızamızı yeniden “tazeleyelim”, her sabah sıfır olsun kafamız, ayna gibi mesela, hiç muhakeme yapmayalım, siz her sabah ne söylerseniz bizim için ilk söz o olsun, son söz sizinkisi olsun, hep size inanalım, başkasına hiç kulak asmayalım, siz hep haklı olun, sonra yeniden haklı çıkın, biz de salak gibi böyle oturup “Aaa tabii bir de balkon konuşması var, ona bakmak lazım” diyelim, çekirdeğimizi alalım, balkonlarda hep gözümüz sizi arasın, başka herkese kör olalım, böyle istiyorsunuz.
DERSHANE PARASI İÇİN SINIRDAN SİGARA KAÇIRAN ÇOCUKLAR…
Anladık, siz cambazlar arası kim daha cambaz müsabakası düzenleyin, istihbarat ve komplo kumkumalıklarıyla bir gün önce ölmüş çocuklarımızın cenazesini unutturun, hiç özür dilemeyin, aman siz hiç özür dilemeyin, bizim çocuklar hep sizin çocukların mezesi olsun, ölüsüyle dirisiyle hep sizin “büyük düşünmelerinize” hizmet etsin, okyanus ötesi-berisi bir kayıkçı kavgası bizim öfkemizden hep daha mühim olsun, İstanbul’daki iki kırık dükkân camı bizim çocukların kanını berhava etsin, dershane parası için sınırdan sigara kaçırmak zorunda kalan çocuklarımız bizim, ömründe İstanbul’daki o vitrin camlarını hiç görmeden ölen çocuklarımız hep sizin olsun, tepe tepe kullanın, kullanamayınca öfkelenip böğrümüze çökün, böğrümüz, bağrımız hep size açık olsun istiyorsunuz.
KENDİ KENDİNE KONUŞ DUR! BİZ SENİ DİNLEMİYORUZ!
Anladık, böyle istiyorsunuz. Bunları iyice belledik. Bellettirdin, sağolasın! Şimdi aynaya bak komutan! Bu, sensin! Sen böylesin. Sen bu kadarsın. Sen de şunu anla ey komutan! Biz de bu memleketin geri kalanıyız. Biz seni anladık. Sen de şunu anla o zaman: Bizden bu kadar! Kabul etmiyoruz! Dinlemiyoruz! Sen istediğin kadar emret! Kendi kendine konuş dur! Biz seni dinlemiyoruz!

Ece Temelkuran- Habertürk 31 Aralık 2011

Bu yazıyı yazdıktan iki sene sonra Türkiye’de başlayan hareketleri anlatan aşağıdaki yazısını yazdı.

Var mısın komutan?

Anlaşıldı komutan!

Bize ne kadar çok tahammül etmişsin meğer Komutan! Meğer ne tiksinmişsin bizden de içine atmışsın. Gazlayıp böcekler gibi kaçışımızı izlemek istemişsin demek bunca yıl. Demek bunca yıl dermansız dertlere düşelim de bir hekim bile bulamayalım istemişsin. Bir avukat bile gelmesin yardımımıza. Polis alıp bizi götürsün bir daha bizden haber alınamasın istemişsin. Sığındığımız yerlerde bile nefes alamayıp boğulalım istemişsin. Yoksa önceki gece niye jandarmanı, polisin yığıp üzerimize, doktorları gözaltına alıp avukatlara bile nerede olduğumuzu söylemeyesin ki! Sen bizden hep tiksinmişsin komutan. Haydi şimdi açıkça söyle. Söyle de bitsin bu yalan oyunu.

Kalplerini neyle mühürledin Komutan?

Hala senin doğruyu söyleyen bir “dünya lideri” olduğuna inananlar var Komutan! Kızların ve oğlanların 15 gündür masum insanlara etmedikleri hakareti, tehdidi bırakmadılar. Sen bunları nasıl zehirlediysen Komutan, minicik çocuklar gazdan yaralanırken dalga geçiyorlar, gevrek gevrek gülüyorlar. Komutan sen bunlara ne yaptın? Senin sivil askerlerin artık ufacık çocuklara bile merhamet etmiyor. Sen bunların kalbini nasıl mühürledin Komutan? Neyle? Hepimizin ölmesini istiyorlar. Yoo, hiç de abartmıyorum. Ben ve benim gibi insanların hepsi günlerdir ölümle tehdit ediliyor, aşağılanıyorlar.

Emret kölelerine Komutan!

Hey Komutan! Kendisine saldırılırken sokak köpeklerinin gözyaşlarını silen insanlardan bahsediyorum. Onlar artık “üç-beş ağaç için” yapmıyor bunları. Ama belli ki sen de bir AVM için yapmıyorsun. Peki niçin bu kadar çok yalan söylüyorsun Komutan? Hala camide içtiler, çadırda bilmem ne yaptılar diye niye hala öfkeli küçük askerlerini üzerimize sürüyorsun? Sen biz ölelim istiyorsun değil mi? Ölemim de kurtul, değil mi? Öldükçe çoğalır insanlar, sen iyi bilirsin. Aşağılandıkça dikleşir, tehdit edildikçe güçlenir. Sen bunları iyi bilirsin. Bu insanları sen kendinden daha az mı gururlu sandın Komutan? Söyle kölelerine sana görüntüleri göstersinler. Yüzlerine bak o çocukların. Kimi öldürmeye çalıştığına iyi bak. Bir AVM uğruna, senin iktidarın uğruna ne güneşler batıyor, gör bunu Komutan!

Senin durumun fena Komutan!

Ne çok pusucuymuşsun be Komutan! Bu çocuklar silahsız-külahsız düelloya davet ettiler seni. Sen arkalarından dolaşıp küçük askerlerinle, yalanlarınla ve binbir türlü oyunlarınla kandırdın onları. Senin gazetelerin, televizyonların göstermiyor diye sakın içini rahatlatma. Çünkü artık herkes kendi gözleriyle gördü. Ben senin gibi kelle hesabı yapamam, yüzde kaçtır bilmem. Ama bu memleket tarihinin en büyük ayaklanmasını gördü. Ömürleri oldukça unutmayacakları bir geceydi. Artık herkesin kendi hikayesi var Komutan. Senin durumun çok fena yani, bilesin.

Açık konuş Komutan!

Uluslararası bir oyun mu var? Bilemem. Ama sen bu uluslararası oyunları iyi bilirsin Komutan. Belki seni o koltuğa getiren oyunlardan biri sana karşı oynanıyor şimdi. Belki bu yüzden asabın bu kadar bozuk. Ben oralarını bilemem, biz bilemeyiz. Bizim senin ve çılgın kölelerin kadar “network”ümüz olmadı hiç. Hiç de olmayacak. Bizim bildiğimiz şudur Komutan: Sen ilaçlı sularla derimizi yaktın. Elektrikleri kesip sopalı adamlarını üzerimize saldın. Ara sokaklarda insan avına çıkardın askerlerini. Gençlerimizin kafasına sıktırdın Komutan! Bizim bildiğimiz bu. Senin bildiğin ne? Açıkça söyle biz de bilelim.

Var mısın Komutan?

Hey Komutan! Bundan iki yıl önce sana bir yazı yazmıştım, hatırladın mı? “Emret Komutan!” diye başlıyordu. Ertesi gün işimden olduğum gibi o çılgın kölelerin hep beraber bana bir yıl hayatı zindan ettiler. Etmediklerini bırakmadılar. Nereye gitsem peşimdeydiler, ne zaman gık desem tepemdeydiler. Parmaklarını gözüme sokup tehditler ettiler. Ben seninkileri iyi bilirim Komutan! Sen de şimdi bizimkileri bildin mi! Bizde tehdit, pusu, oyun, yalan dolan yok. Bizimkiler de böyle işte Komutan. Sokakta hepsi, yüzüyle, adıyla, açık açık. Bir tek yürekleri var ortaya koyacak. Söyle şimdi Komutan:

Var mısın?!

Ece Temelkuran 17.06.2013 13:19:28 T24

Share

Engellediklerimiz

Uzun zamandan beri belediye otobüsleri hakkında yazmak istiyordum. Uzun bir aradan sonra şehrin içindeki iş yerime gitmek için her sabah ve akşam belediye otobüslerini kullanıyorum. Yaklaşık olarak bir seneden beri biriktirdiğim gözlemlerimi paylaşmayı planlıyordum. Aniden ortaya çıkan bir olay bütün biriktirdiklerimi çöpü atmama sebep oldu. Ne otobüslerin ne derece sıcak olduğu, ne şoförlerin insan taşıdıklarının farkında olmaması ne de elektronik uyarı tabelalarının önemi kaldı.

Geçen hafta bir akşamüstü Kadıköy’e gitmek için otobüs’e bindim. Belediye otobüslerini sıkça kullananların bileceği gibi herkes kendi güzergahında belirli numaralı otobüslere binmeyi tercih eder. Uzaktan daha boş olduğunu gördüğüm bir otobüse bindim, kartımı bastığımda otobüsün ön kısmının dolu ama ortalardaki nispeten boş alanı farkedince yavaşca ilerledim. Bir yıl içinde ilk defa otobüsün orta kısmındaki engellilerin kullanımı için ayrılmış alanda iki sandalye vardı.

null

Ülkemde engelli insanların fiilen hapis cezasına mahkum edilmiş insanlar olduğunu düşünürken, hayatın için bu şekilde katılabilmiş olmanın sevinciyle sarsıldım. Sanırım erken sevinmişim..Üç durak sonra durdurma düşmesine bastıktan sonra çift oldukları anladığım insanlar, şoföre engelli inecek diye yüksek sesle seslendiler.

Kadıköy’de uzunca bir süredir kaldırımlar yapıldığı için insanlar yollardan yürüyor. Durakta otobüs durdu. Sanki zaman durdu ve an durdu…Herkes nasıl ineceklerini seyrediyordu. İsmini bilmediğim engelli bayan otobüsün orta kısmında duran yolculara hitaben
-lütfen rampayı açar mısınız?,
dedi. Ben nereden açılacağını anlamaya çalışırken bana dönüp:

-Yerdeki kulptan tutum rampayı kaldıracaksınız!
dedi. Ben şaşırdım ve yıkıldım. Çünkü yurtdışında belediye otobüslerinde engelliler için yapılmış durdurma düğmesine bastığınızda otobüs durak tarafına doğru yatıp, rampa hidrolik destekler sayesinde yavaşca açılır. İnsanlar biner ya da iner sonrasında rampa dışarıdaki düğmeye basılınca kapanır ve otobüs yükselirdi. Türkiye’de o bütün Belbim teknolojisi (!) ile donanmış otobüslerde inmek isteyen engelli, otobüs durakta durunca etraftaki insanların yardımına muhtaç olmaya tekrar mahkum ediliyor. İnsanların engellerinin üstüne engel ekleniyor.

Ben otobüsten indim, rampayı indirdim. Otobüs yana yatmadığı için tekerlekli sandalyelerin rampadan güvenli şekilde inmesine yardım ettim. Başka birisi de diğer engelliye yardım etti. Utanç içinde onları indirmiş olmanın zerre miktar neşesiyle yapılmamış kaldırım taşlarının arasına bırakırken engelli bayan bize:
-Hakkınızı helal edin!
dedi.

Yer yarılsa ve ben içine girsem daha iyiydi…O sözler karşısında insanlığımdan utandım. Onlara sizin önünüze yeni engeller koyduğumuz, siz hakkınızı helal edin diyemedim. Rampayı kapatıp, pişkin otobüs şoförünün kapıyı kapatmasıyla hareket ettik.

Bu ülkede insanların sağlığı için bir çok yatırım yapıldığı söyleniyor. Hele de son günlerde gelen yasakları düşündüğümde niçin yönetimlerin insanların hayatlarını yaşanılır kılmak için çabalamadığını anlayamıyorum.

Share

Gidersen Yıkılır Bu Kent

e467caf0dd2d11e1b8031231380702ee_7

Gidersen yıkılır bu kent, kuşlar da gider
Bir nehir gibi susarım yüzünün deltasında
Yanlış adresteydik, kimsesizdik belki
Sarışın bir şaşkınlık olurdu bütün ışıklar
Biz mi yalnızdık, durmadan yağmur yağardı
Üşür müydük nar çiçekleri ürpeririken

Gidersen kim sular fesleğenleri
Kuşlar nereye sığınır akşam olunca

Sessizliği dinliyorum şimdi ve soluğunu
Sustuğun yerde birşeyler kırılıyor
Bekleyiş diyorum caddelere, dalıp gidiyorsun
Adını yazıyorum bütün otobüs duraklarına
Öpüştüğümüz her yer adınla anılıyor
Bir de seni ekliyorum susuşlarıma

Selamsız saygısız yürüyelim sokakları
Belki bizimle ışıklanır bütün varoşlar
Geriye mapushaneler kalır, paslı soğuklar
Adını bilmediğimiz doslar kalır yalnız
Yüreğimize alırız onları, ısıtırız
Gardiyan olamayız kendi ömrümüze her akşam

Gidersen kar yağar avuçlarıma
Bir ceylan sessizliği olur burada aşklar

Fiyakalı ışıklar yanıyor reklam panolarında
Durmadan çoğalıyor faili meçhul cinayetler
Ve ölü kuşlar satılıyor bütün çiçekçilerde
Menekşeler nergisler yerine kuş ölüleri
Bir su sesi bir fesleğen kokusu şimdi uzak
Yangınları anımsatıyor genç ölülere artık

Bulvar kahvelerinde arabesk bir duman
Sis ve intihar çöküyor bütün birahanelere
Bu kentin künyesi bellidir artık ve susuşun
İsyan olur milyon kere, hiç bilmez miyim
Sokul yanıma sen, ellerin sımsıcak kalsın
Devriyeler basıyor karartılmış evleri yine

Gidersen yıkılır bu kent kuşlar da ölür
Bir tufan olurum sustuğun her yerde

Ahmet Telli

Share