Der. Büşra Ersanlı
Orazpolat Ekaev
Türkmenistan’da
Toplum ve Kültür
Kültür Bakanlığı
Yayınları
1998, XIX+186 s.
Türkmenistan’a ait hafızamızdaki en taze hatıra, Barış Manço’nun, vefatından kısa bir süre önce Türkmenistan devlet başkanı Saparmurat Niyazov’un elinden Türkmen vatandaşlığını ve pasaportunu almasıdır. Diğer bir güncel bağımız da yılan hikâyesine dönen doğalgaz boru hattı meselesidir.
Türk halkı, Türkmenistan’ı 1991 yılı sonrasında ticari ilişkiler vasıtasıyla tanımıştır. Yüzeysel bir tanışıklığın ötesine gitmeyen bu ilişkide Türk halkı ne Mahtumkulu’nu, ne Göktepe’yi, ne Çöl pazarını, ne gupbaları, ne de gülyakaları öğrenebilmiştir, öğrenmek istediğinde de uygun kaynakları bulamamış, yahut da ulaşamamıştır. İki toplum arasındaki bilgi boşluğunun, Türk halkının tutumundan ziyade bu konudaki kültür politikalarımızın güdük ve zayıf olmasından kaynaklandığını zannediyorum.
Kültür Bakanlığı belki bu açığı farkettiği için, belki de modern trendlere uyma eğilimiyle Türkmenistan’da Toplum ve Kültür başlığı altında yeni bir kitap yayınlamıştır. Bu çalışma, Kültür Bakanlığı tarafından 5 sene önce başlatılmış bir projenin ilk adımıdır. O tarihlerde Kültür Bakanlığı müsteşarı olan Emre Kongar, ülkeler hakkında detaylı raporlar hazırlanması için gerekli altyapıyı oluşturduktan sonra, Büşra Ersanlı’ya projeyi yürütmesini teklif etmiştir. Ancak Büşra Ersanlı, teklif edilen ülke raporlarının büyük yatırım ve ekip çalışması gerektirdiğinin bilinciyle; ayrıca politik ortamın değişkenliğini de göz önüne alarak yeni bir teklif getirmiştir. Yeni proje teklifi; ülke raporları yerine, Türk Cumhuriyetlerinin yerel uzmanlarının ve bilim adamlarının yazacağı toplumsal ve kültürel konuları içeren makalelerden oluşan bir derleme hazırlanmasıdır. Kültür Bakanlığı da bu teklifin ülke raporlarına nazaran daha kalıcı ve daha verimli olacağına karar vermiş olacak ki, bu seriyi yayına hazırladı.
Büşra Ersanlı’nın derlemesinde yer alan önsöze göre, projenin devamında, yazarın Azerbaycan, İsenbike Togan’ın Özbekistan, Emine Gürsoy Naskali’nin de Kırgızistan derlemelerinin yayımlanacağını müjdeleyebiliriz.
Kitabın, Türkiyeli okurları biraz olsun, Türkmenistan ile tanıştırabilmek amacıyla hazırlandığı önsözünde belirtilmiştir. Bence bu çalışmanın en önemli tarafı, Türkmenlerin kendilerini adeta bir boy aynasında tarif ediyor olmasıdır. Ayrıca, Orta Asya çalışmalarında yaygın bir tutum olarak göze çarpan oryantalist tavır ve devamlı çatışma noktaları tespit etmeye çalışan paranoya da bu çalışmada görülmemektedir.
Akademik açıdan en önemli misyonu, Türkmen kimliğini oluşturan kültürel öğelerin aydınlatılmasında ortaya çıkmaktadır. Zira, kimlik oluşumunu anlamaya, çözümlemeye çalışan araştırmalarda bireyin kendisini nasıl tarif ettiğini tespit etmek çok önemlidir. Türkmenistan’da Toplum ve Kültür kitabıyla hem okuyuculara hem de araştırmacılara, Türkmenlerin kendilerini nasıl tanımladıklarını anlama imkânı sunulmuştur. Bizzat Türkmen ilim adamlarının kalemlerinden çıkan makalelerden oluşan bu eser, Türkmen toplumu üzerinde çalışan sosyal bilimcilere, uzun araştırmalar sonunda elde edebilecekleri bilgileri bir çırpıda sunmaktadır.
İçeriğine geçmeden, kitabın fizikî unsurlarına baktığımızda, Kültür Bakanlığı’nın alışılagelmiş (!) tarzında basıldığını görüyoruz. Eser, kâğıt açısından lüzumsuz yere bonkör davranılarak kuşe kâğıda basılmıştır. Bu, hem kitabın okunmasını hem de taşınmasını zorlaştırmaktadır. Boyut olarak 16×24 cm. ebatlarında olan eserin, iç kapağındaki kitap kartı örneği kütüphanelere ve araştırmacılara büyük faydalar sağlamaktadır.
Hemen ilk kapak sayfasında büyük ve önemli bir hata göze çarpıyor. Karton kapakta Büşra Ersanlı’nın kitabın müellifi gibi gözükmesi ve iç kapakta Orazpolat Ekaev’in isminin de yer alması zihinleri karıştırıyor. Kültür Bakanlığı’nın yaptığı bu baskı hatası, Orta Asya üzerine çalışan Türk akademisyenlerini, Orta Asyalı meslektaşlarının karşısında zor duruma düşürmektedir. Halbuki, bu derlemenin ortaya çıkmasında Büşra Ersanlı’nın yanı sıra Türkmenistan Bilimler Akademisi Tarih Enstitüsü’nden Orazpolat Ekaev-Baharlı da derleyen görevini üstlenmiştir.
Türkmenistan’da Toplum ve Kültür’de, metodolojik açıdan Orta Asya sahasında yerli kaynaklarla çalışan araştırmacıların hep yüz yüze geldikleri bir problemle karşılaşıyoruz. Eserde birçok makalede dipnot bulunmuyor ve sadece genel hatlarıyla yararlanılan kaynaklar belirtilmiş. Bu metodolojik sıkıntı, Türk dünyası üzerine çalışan sosyal bilimcilerin bu makalelerden gerektiği kadar faydalanmalarına imkân tanımamaktadır.
Giriş bölümünde, Büşra Ersanlı tarafından kaleme alınan “Türkmenistan’da Bağımsız Devletli Kültür” başlığını taşıyan yazıda güncel kültürün fotoğrafı çekilmiştir. Bağımsızlığın, Türkmen kültürü ve kimliği üzerindeki etkilerine değinilmiştir.
“Tarih, Edebiyat, Müzik-Oyun-Görüntü, Ellerin Hüneri” başlıklarını taşıyan bölümlerden oluşan kitap, ilk bakışta antropolojik bir bölümlendirme ile emekleyen, konuşmaya başlayan, okumayı öğrenen ve sonunda eser vermeye başlayan bir insanı hatırlatıyor.
Derlemenin “Tarih” başlıklı bölümünün ilk makalesi, “Türkmenistan’da Arkeoloji Abideleri”dir. Makale, Türkmenistan topraklarının arkeolojisini, geçmişini inceliyor. Rusların, Türkmenistan’daki arkeolojik araştırmaları çok erken tarihlerde başlatmaları hayli enteresandır. 1884 tarihinde Çar Rusyası döneminde başlayan bu çalışmalar Sovyetler Birliği zamanında da gelişerek devam etmiştir. Avrupalı seyyahların, 1890’lı yıllarda bu bölgelerdeki tarihî zenginlikleri, kontrolün olmayışından faydalanarak kaçırmış olmalarından bahsedilmesi de aklıma hemen Batı müzelerindeki Türkiye’ye ait tarihî eserleri getiriyor.
Sovyetler Birliği döneminde arkeolojiye verilen önem beni hep düşündürmüştür. Sovyetler Birliği’nin bu tavrı, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarındaki arkeolojik hareketler ile ilişkilendirildiğinde enteresan bir resim ortaya çıkabilir. “Halkların dostluğu” çerçevesinde, milliyetçi duyguların ağır bastığı yakın tarih yerine uzak geçmişteki “nötr tarih”i kullanarak halkın “aidiyet-milliyet” duygusunu hangi metotlarla ve nasıl tatmin ettiklerini hep düşünmüşümdür.
“Şahıs, Aile, Mülk: Ondokuzuncu Yüzyılda Sosyal ve Ekonomik Hayat” başlıklı makale, Türkmenistan’ın sosyolojisini anlayabilmek için mutlaka okunmalıdır. Daha da ötesinde Orta Asya’da su ve toprak ilişkisini ya da yerli ve göçebe halk ilişkisini analiz eden bir çalışmadır. Türkistan’ın değişik coğrafyalarında yaşayan Türkmenlerin gündelik hayatlarını düzenlemek için kullandıkları Türkmencilik kanunlarının açılımlarını ve ana kurallarını içeren makalede teknolojik, ekonomik ve sosyal gelişmelerle toplumun geçirmiş ya da geçirmekte olduğu metamorfoz da izah edilmeye çalışılmıştır. Yazar makalenin son paragrafında hoş bir ifadeye yer veriyor: “Şimdi bizim toplumumuz XXI. yüzyılın kapısında duruyor. XX. yüzyıl bizim halkımıza, toplumumuza çok zorluk ve azap, katliam, savaş ve açlık getirdi. XXI. yüzyılın inşallah bize mutluluk, bütün Türk halklarına dostluk, bütün dünya halklarına barış, her bir şahsa hürriyet, devlet tarafından kurulacak demokratik düzen, her bir aile için gönenç, zenginlik getirmesini arzu ediyoruz” (s. 34).
“İlk Türkmen Devletleri ve Türkmenistan’da İstiklâl Mücadeleleri” isimli makale, tarihin sır dolu sayfalarında ilgi çekici hikâyelerin var olduğunu bildirerek başlıyor. 1040 yılından başlayarak 19. yüzyılın başına kadar Türkmen halkının tarihinin kısa fakat titizce hazırlanmış özetini veriyor. Ayrıca, 19. yüzyıldaki ayaklanmalar ve istiklâl mücadeleleri de kronolojik olarak incelenmiştir, ki bu bilgilerin, Türkmenistan üzerinde çalışan araştırmacılara büyük kolaylıklar sağlayacağını tahmin ediyorum. Bu makalenin satır aralarında Türkiyeli okurları şaşırtabilecek bilgilere rastlıyoruz: 1917 yılından 1938 yılına kadar devam eden, Sovyet bilim adamları tarafından Basmacılık (detaylı bilgi için, Baymirza Hayit, Basmacılar, Türkistan Milli Mücadele Tarihi (1917-1934), Türk Diyanet Vakfı Yayınları, 1997) olarak değerlendirilen, Türk halklarının önce Çar Rusyasına, 1917 sonrasında Sovyet sosyalistlerine karşı verdiği bu istiklâl mücadelesinde, Türk subaylar bilfiil yardımlarda bulunmuşlardır. Rusya’da esir bulunan Osmanlı subaylarının Türkmenlere askeri eğitim verdikleri belirtiliyor. Bu konuda birçok örnek ve hatırat mevcuttur. (İlk elde akla gelenler şunlar: Adil Hikmet Bey, Asya’da Beş Türk, Ötüken Yayınları, 1998; Ahmet Kemal Habibzâde, Çin Türkistanı Hatıraları, Kitabevi Yayınları, 1996; Raci Çakıröz, “Türkistan’da Türk Subayları”, Türk Dünyası Tarih Dergisi, 1987, 1-11. sayılar, Çakıröz’ün bu hatıratının diğer bir nüshası da Çarlık ve Bolşevik Rusya’da başlığıyla 1990 yılında Belge Yayınları tarafından yayımlanmıştır. Ayrıca, Enver Paşa üzerinde yoğunlaşmakla birlikte Osmanlı subayları hakkında bilgiler veren şu eserler de önemlidir: Ali Bademci; Korbaşılar: 1917-1934 Türkistan Milli Hareketi ve Enver Paşa, Kutluğ Yayınları, 1975; Şevket Süreyya Aydemir, Makedonya’dan Orta Asya’ya Enver Paşa, Remzi Kitabevi, 1972, cilt III.) Daha sonra bu subaylar Pan-Türkçülük suçlamasıyla Stalin’in emriyle idam edildiler. Ek olarak, Türkmen halkının istiklâl mücadelesinin kronolojisi de verilmiştir.
Kitaptaki Tarih bölümünün diğer bir makalesi de “Türkmen Atları” başlığını taşıyor. Dünyada at meraklıları arasında çok meşhur olan Türkmen atlarının şeceresine ait detaylar verilmiştir. Günümüz Türkmen kültüründe ve sosyal hayatında “at” kavramının öneminden kaynaklanan kutlama ve yürüyüşlere ilişkin bilgiler de verilmiştir.
Derlemenin ikinci bölümü “Edebiyat” başlığını taşıyor. Edebiyat bölümünde yer alan yazılar, Türkmen edebi hayatının panoramasını vermesi açısından önemlidir. “Türkmen Şiiri” isimli makalede, Sovyet Türkmen Şiiri temaları sınıflandırılmış ve kaynak isimler belirtilmiştir. Bu makale, misyon olarak Türkmen kültürünün temelini teşkil eden halk şairlerine yer verilmemesi nedeniyle, kimlik oluşumu noktasındaki bazı soruları cevapsız bırakmıştır.
Dr. Ahmet Mehmedov ve Yener Kazak tarafından yazılan “Türkmen Romanı” isimli makalede dikkatimizi ilk çeken unsur, makalenin, yazar tarafından Türkiye Türkçesi ile yazılmış olmasıdır. Bu not, “acaba Türkiye’de kaç kişi Türkmence makale yazabilir” sorusunu aklımıza getiriyor?
“Türkmen Romanı” makalesi için de, “Türkmen Şiiri” isimli makale için beyan ettiğim teknik çekinceleri tekrarlıyorum. Yazar, Türkmen romanının, 20. yüzyılın başlarında ortaya çıkarak günümüze kadar edebî açıdan olgunlaşma aşamaları yaşadığını anlatıyor ve tezini 1937 sonrasında başlayan gelişmelerin kronolojik tahlilini yaparak günümüze kadar getiriyor.
Edebiyat bölümünde yer alan ve Türkmen halkının karakterini destansı bir yazı olarak inceleyen diğer bir makale de “Erden Er Doğar (Aile ve Birey)” başlığını taşıyor. Bu hikâye üsluplu makale şöyle bir kıssa ile devam ediyor: Bir yolcu yolda bir göçebe köyüne rastlar, bir evin kapısına varır, “misafir alır mısınız?” diye sorar. Bu hanenin bir tek kara evi (ağaçtan yapılan, üstü kubbemsi, kolay kurulabilen ev) vardır. Ev sahibi konuğu gülümseyerek karşılar, imkânı dahilinde ona hizmet eder ve gece çocuklarının yanında yer verip, yatırır. Konuk genç, ev sahibinin yetişkin kızıyla bir yorganda yatmaktadır. Ertesi gün konuk vedalaşıp gider. Yolda giderken hep düşünür: “Akşam beni çiçek gibi bir kızın yanında yatırdılar, ama ben onunla bir çift laf etmeyi bile düşünmedim” der ve gün batmadan geri döner. Genci tekrar misafir kabul ederler. Ancak kızın yanında yer vermezler. Ertesi gün konuk, ev sahibine bunun nedenini sorar. Ev sahibi onun kötü niyetle geldiğini anlar, ancak misafir kabul etmekten vazgeçmez. Eğer vazgeçerse, halkının konukseverlik geleneğine ters düşeceğini bilir (s. 91). Bu makale, Türkmenlerin kendilerini aynada nasıl gördüklerinin güzel ve belirgin bir ifadesidir.
“Türkmen Müziği, Geleneği ve Bugünkü Durumu” başlığını taşıyan makale, gerçekten millî kimlik oluşumuna ışık tutabilecek ölçülerde hazırlanmış bir makaledir. Türkmen folklorundan müzik aletlerine kadar büyük bir kültür mirası bu sınırlı sayfalara sığdırılmaya çalışılmış. Modern Türkmenistan’ın klasik Batı müziğinin önde gelen isimleri ve eserleri de tanıtılmıştır.
Müzik-Oyun-Görüntü başlıklı bölümün ikinci makalesi “Türkmen Sazı-Türkmen Sözü Sohbeti”nde, Türkmen halk müziğinin vazgeçilmez çalgıları da incelenmiştir. Dutar’dan, gargı düdük’e, dilli düdük’e, gıçak’tan gopuz’a kadar Türkmen müziğinin temel sazlarının şekillerine ve çalınabilecek müziklere değinen bu makalenin, teknik tarzıyla daha çok müzikologlara faydalı olacağı kanaatini taşıyorum.
“Türkmen Filminin Şeceresi ya da Film, Milli Kültürün Bir Parçasıdır” başlıklı makalesinde Hocakul Narlıyev, Türkmen kültürünün kritik noktalarını şu satırlarla ifade etmiştir:
“Film üretiminde esas kaynak, halkın zengin müzik mirasından, Türkmen halkının hayatında hiçbir şeyle değiştirilmeyen müziğin rolü ve bunu yaratan çok tanınmış ya da daha az bilinen bağşıların gösterilerinden geliyordu. Halkın milli ruhu, yaratıcılık gücü, onun yüksek düzeylere ulaşmış zanaatinde, el işlerinde de ortaya çıkmıştı. Teknik yönleri gözükmeyen, mükemmel yapılmış Türkmen halılarını, el işlerini, işlemelerini hepimiz biliyoruz. Bütün bunları çocuklukta öğrenmiş ve yaratmışlar, hatta bizim kendi nefesimizi ya da kalp atışlarımızı işitmediğimiz gibi, onlar da, kendileri bile bu işin nasıl olduğunu anlamadan sanatlarının üstadı olmuşlar. Biz, Türkmenler, hayatımızın ta kendisi olan bu güzellikler olmadan kendimizi tasavvur edemiyoruz. Tabii ki tüm bu kültür özellikleri, film sanatının yaratıcılarını cezbetmiştir. Kendi halkının temsilcileri olarak, bu şahıslar faaliyetlerinde asırlar boyunca oluşmuş ortak ahlak tecrübesi gibi önemli noktalardan hareket etmişlerdir” (s. 128-129).
Bu analizlerin ardından yazar, Türkmen siyasi hayatının Türkmen kültürü ile yoğun etkileşimine de parmak basmıştır: Millî filmciliğin gelişmesindeki inişler-çıkışlar ile siyasi ve sosyal olaylar arasında sıkı bir bağ olduğunu pek çok şey kanıtlar (s. 129). 1920-30’lu yıllarda Stalin baskısı filmcilik sahasında tekdüzeliğin oluşmasına sebep olmuştur. 30’lu yıllarda başlayan, filmlerin tekdüzeleştirilmesiyle varılmak istenen esas sonuç, toplumun şuurunu yönetmek ve standartlaştırmaktı (s. 130).
Narlıyev, 30’lu yılların Stalin politikasını ve estetiğini en ince ayrıntılarına kadar yorumladıktan sonra Türkmenistan’ın geleceğinde Türkmen filminin misyonunu şu satırlarla ifade etmiştir: “Bugün Türkmenistan’ın milli film sanatı dünya milli sanatına aynı seviyede giriyor ve büyük bir değer sergiliyor. Halkın kendi kendini tanımasına ve kendini ifade edebilmesine hizmet ediyor, onun izzeti nefsini sağlamlaştırıyor, kendi halkını tüm dünyaya tanıtıyor. Film dilinin, sınırları ve milletleri aşan bir karaktere ulaşması belli başlı bazı filmlerde netlik kazanıyor ve böylece film anlam ile şeklin ayrılmaz bütünlüğünü milli bir özellik çerçevesinde sergiliyor” (s. 139).
Film sanatlarının kardeşi olan tiyatro konusuna da bu derlemede yer verilmiştir. Bu noktadan hareketle, Orta Asya tarihindeki modernleşme hareketlerinde, tiyatronun milliyetçi duyguların oluşmasında ne kadar etkili olduğunu da hatırlatmak istiyorum. Bu manada “Türkmen Tiyatrosu” makalesi Özbek, Tatar ve Azeri tiyatro tarihiyle kıyaslama yapma imkânı sağlamaktadır. Ancak makalede ilk Türkmen tiyatro oluşumunun 1917 tarihinde başladığı belirtiliyor. Oysa ki, 20. yüzyılın başlarında Buhara Emirliğinde, Hive Hanlığında ve Taşkent gibi bölgelerde ortaya çıkan yenileşme hareketlerinde tiyatro genelde fikirlerin vulgarizasyonunu sağlayacak bir araç olarak daha erken tarihlerde kullanılmıştır. Bu hemen, “acaba Türkmenlerde yenileşme hareketleri olmadı mı?” ya da “bu hareketlerde tiyatro kullanılmadı mı?” sorusunu aklımıza getiriyor.
Goethe’nin dediği gibi, “halkı oluşturmak için tiyatro oluşturmak lazım”. Cumadurdu Sarıyev, makalesinde Türkmen tiyatrosunun 1917’de başlayan ve günümüze kadar gelen serüvenini incelemiştir. Türkmen tiyatrosundaki kahramanlık motiflerinin önemli rolü de yazar tarafından ele alınmıştır. Bu makalede opera ve bale tiyatrosuna da değinilmiştir.
Türkmenistan’da Toplum ve Kültür’de yer alan “Heykeltraşlık ve Türkmenistan’ın Plastik Sanatı” başlığını taşıyan yazılar genelde günümüz eksenli değerlendirmeleri içermektedir. Zira, İslâm’ın tasvirciliğe karşı tutumunun da etkisiyle, genelde Orta Asya Cumhuriyetlerinin Sovyet işgali öncesinde plastik sanatlara ait dikkat çekici örneklere rastlanılmamaktadır. Tabii ki, erken dönem Türk tarihindeki ‘balbal’lardan ve ‘kurganlar’dan çıkan kalıntılardan anlaşıldığı üzere, modern manada olmasa bile, plastik sanat diye tabir edebileceğimiz eserlerin var olduğu da unutulmamalıdır. Dolayısıyla, Türkmen plastik sanatını anlatan yazıların Türkmen kimliğinin kaynaklarının anlaşılmasına faydalı olmaktan ziyade, modern Türkmen kimliği panoramasının izlenebilmesi için yararlı olabilecek bir malzeme olduğu unutulmamalıdır.
Türkmenistan’dan bahsedip de Çöl pazarında satılan halıların ihmal edilmesi tabii ki düşünülemez. Maya Cumaniyazova tarafından kaleme alınan “Nakış ve Halı-Halı Pazarının Ortaya Çıkışı” başlıklı makalede Türkmen halı kültürünün oluşumu ve tekstil unsurları incelemiştir. Hatta, demiryolunun Türkmen topraklarına ulaşmasından sonra Türkmen halılarında görülmeye başlayan sentetik boyaların serencamından bile bahseden bu detaylı makalenin, sanat tarihçilerine yeni bilgiler sağlayacağını tahmin ediyorum.
“Nakış-Medeniyet Ruhu” başlığıyla Aman Amangeldi Çendiri tarafından kaleme alınan makale, takı ve süs eşyalarında simgelerden bahsetmektedir. Türkmen nakkaşlığından bahseden bu makalede duygusal tat alınmaktadır.
Sonuç olarak, imkânlar çerçevesinde Türkmenistan ve Türkmenler adına zihnimizde kimlik-imaj oluşturmamıza yardım eden bu eser, Orta Asya çalışmalarına da yeni bir soluk getirmiştir. Bu sağlıklı ve yerli bakış açısının diğer çalışmalara da ilham kaynağı olmasını ümit ediyoruz.
Salih Bıçakcı