Ne sihirdir ne keramet!

Siyah beyaz televizyonlarının karşısında Zati Sungur‘u seyredeniniz çok azdır sanırım. Benim çocukluÄŸumun ilk dönemlerinde nadiren ekrana çıkardı. Ä°lk illüzyonist kelimesini kendisinden öğrendik. Hokkabaz ve sihirbaz kelimesi yerine illüzyonist kelimesini kullanıyordu. Abra kadabra kelimelerini kullanmadan bir gösteri sanatı icra ederdi. YaÅŸlanmaya baÅŸlayınca yerini öğrencisi Sermet Erkin almaya baÅŸladı.

Televizyonlarımızın parlak ve yeni illüzyonisti Sermet Erkin TRT’nin çocuk programlarının ve özel gösteri programlarının vazgeçilmez parçası haline gelmiÅŸti. Bir çocuk olarak hayret içinde eÅŸiyle yaptığı ilginç gösterileri izlemeye bayılırdım. Sanırım o dönemde Sermet Erkin’i izleyipte onun göz kamaÅŸtırıcı gösterilerinden etkilenmeyen çocuk yoktur. Bu gösteriler sonrasında “büyüdüğümde sihirbaz olmak istiyorum” diyen akranlarımın sayısının da küçümsenmeyecek kadar olduÄŸunu tahmin ediyorum. O dönemde sihirbaz Mandrake dünyamıza girmemiÅŸti ya televizyonda arz-ı endam etmemiÅŸti daha ya da benim karşıma çıkmamıştı. Mandrake daha sonraki dönemlerde karşımıza çıktı. Ama sihirbazlık renkli televizyon dünyasında 80’lerin sonrasında illüzyon deÄŸiÅŸmeye baÅŸlamıştı. Sermet Erkin’in bir yılbaşında televizyon kanallarında kazanan numarayı bildiÄŸi programı hatırlıyorum. Ancak yine de istediklerine ulaÅŸamamışlardı. Artık David Cooperfield gibi yabancı illüzyonistler gösteri yapıyordu. Hatta Ä°stanbul’da o tarihlerde mydonose showland olarak bilinen çadırda yaptığı gösteri uzun uzun televizyonlardaki gösteri programlarında anlatılmıştı.

Son dönemlerde her ne kadar illüzyonistler ekranlarımızdan çekilmiş olsa da esasında metafiziksel güçlerin özellik hakim olmaya başladığı çizgi filmlerde müthiş bir artış başladı. İnsanlar artık sihirli karakterlere inanmaya başlamıştı. 21. yüzyılla birlikte çocukların dünyasını sihir sarmaya başladı. Sihirli Annem, Selena ve Acemi cadı gibi sihir güçleri olan insanlar, biz zavallı fanilerin hayatlarını düzene sokup, şekillendirler.

Ancak bu diziler devam ederken sinemada vizyona giren The Illusionist filmi değişik bir soluk getirdi. O filmdeki zamanın akışını hızlandırdığını iddia ettiği gösterirken kullandığı portakal ağacı benim favori numaramdı. Filimdeki kelebek desenli kolye de bir harikaydı.

En son seyrettiÄŸim Cem Yılmaz’ın Hokkabaz filmi de hakikaten yürekten mücadele eden ve küçük ümitlerinin peÅŸinde koÅŸan iki illüzyonistin hikayesini anlatıyordu. Bence yüreklere dokunan bir hikaye idi. Biraz Cem Yılmaz’ın kendi hikayesini hatırlatıyor. Babasının ilk baÅŸta Cem Yılmaz’ın bu kadar ünlü olacağını düşündüğünü zannetmiyorum. Hokkabazlık diye niteliÄŸi bir iÅŸte umulmadık ÅŸekilde yükselmesi eminim onu da mutlu etmiÅŸtir.

Son söz olarak illüzyon sadece göz aldanmasıdır. İnsanlarımız az emekle ve mucizelerle hedeflerine ulaşmak için beklemek yerine emek verseler eminim elde ettikleri başarı onları daha da mutlu edecektir.

Share

Ä°yi bayramlar

Uzun zamandan beri kelimelere yüklediğimiz siyasi anlamlar hakkında düşünüyordum. Bu tamda bayram tatiline gelince anlamlı bir bütün oluşturdu. Şimdilerde bir moda Ramazan bayramına çok fazla şeker tüketilmesinden ilham alarak Şeker bayramı denilmesidir. Gerçi bu yeni bir durum değil ancak ne mantıkla yapıldığını anlamakta çok güçlük çekmesemde anlamsızlığını sorgulamaktan kendimi alamıyorum. Bizim ülkemizde Ramazan bayramı ne kadar laik olursak olalım (bireyler ne kadar laik olur, bilmiyorum ama) çok din ve diyanet dolu geçer. Bütün laik ve cumhuriyetçi gazetelerimiz Ramazan ayı geldiginde Ramazan köşeleri yapar ve Kuran-ı Kerim hediye ederler.

Hatta bütün televizyon kanalları iftar ve sahur özel programları düzenlerler. Daha da ötede jet sosyete ve magazin dünyasının seçkin(!) üyelerinin iftar davetlerine katıldığını ve yaptığını görürüz. Ramazan gözümüze sokulurken tam da buna inat Şeker bayramı denilmesini mantıklı bulmuyorum. Bir kavramı değiştirmek ayrı bir tavırdır, ama onun içeriğine inanmamaksa ayrı bir tutumdur. Ben bu nokta kültürel yapının dışında hareket edenlerin her zaman toplumun dışına itileceği ve muhasara edileceği intibaına sahibim. Naçizane tavsiyem bu bayramı Ramazan bayramı olarak kabul etmek ve böyle telaffuz etmektir; velev ki bayramınız şeker dolu geçse bile..

Bu yıl kendi adıma bir alışkanlık geliÅŸtirmeye çalıştım. Amerika’da yılbaşı zamanlarında bütün maÄŸazalarda alışveriÅŸ yaptıktan sonra “Merry Christmas” diyerek çıkarsınız. Biz de benzer bu gayet insani tavrı “iyi bayramlar” diyerek yakalayabiliriz sanıyorum. Hem insanların gönülleri hoÅŸ olmuÅŸ olur hem de bayram havasını herkese hissettirmiÅŸ oluruz.

Benim kelimelerle ilgili düşüncelerimin paralel bir yorumunu Elif Şafak yazmış:

Kelime modası

ELÄ°F ÅžAFAK

“Modası geçmiş eski kelimeleri kullanmanızı beğenmiyorum.� demiş bir okurum. “Herkes başka boyutlarını tartıştı bu kitabın ama ben Baba ve Piç’i temelde dilinden dolayı eleştiriyorum, çok fazla Osmanlıca kelime kullanıyorsunuz.� diye eklemiş mesajının sonuna.

Kelimenin modası olur mu? Her toplumun tarihinde, kültürün ve toplumun evrilme biçimine göre eklenen yeni kelimeler ve ifade biçimleri olabilir de, modası geçti diye kelime ayıklamak nasıl bir zihniyet? Çoğaltmak dururken kelime hazinesini daraltmaya uğraşmak?

Şu son Nobel tartışmaları da gösterdi ki biz milletçe en edebi konuları bile siyasi kılıyor, edebiyat ve kültürü daima politikayla iç içe algılıyor ve böyle tartışıyoruz. Türkiye’de edebiyat politize, kültür politize, hatta ve hatta kullandığımız kelimeler dahi politize. Siyasetten bunca çekmiş bir toplumun gene de ısrarla, tutkuyla politize olmasını nasıl açıklamalı? Bir yanıyla olumlu bir özellik bu, çünkü Türkiye’yi değişime açık ve dinamik kılıyor. Ama bir yanıyla da tehlikeli, çünkü süreklilik duygusu eksik. Geçmişiyle barışamayan bir sistem bizimkisi. Osmanlı’yı ve hatta Osmanlıca kökenli kelimeleri otomatik olarak “eski�, eskiyi bağnazlık addetmek bunun sonucu.

Tarih bilgimizi ve aile hikâyelerimizi ayıkladığımız gibi, yazdığımız ve konuştuğumuz dili de ayıklamanın gerekliliğine şartlanmış zihniyetlerimiz. Bir kelimenin, biri “Öztürkçe� diğeri “Osmanlıca� iki karşılığı varsa, hangi ideolojik kamptan olduğumuza göre ya birini seçiyoruz, ya berikini. “Gerçek� kelimesini seçenler, “hakikat�i tedavülden kaldırma derdinde; “hakikat�çiler ise “gerçek�ten kurtulma peşinde. İkisinin asla, kat’a aynı şey olmadığını; yazarken ya da konuşurken, farklı farklı durumlara göre, insanın bazen birini bazen berikini kullanabileceğini kabullenemiyoruz bir türlü. Böylesi bir karmaşa ağır geliyor zihinlerimize. Bize kaosu çağrıştırabilecek her türlü esriklikten ve esneklikten kaçıyoruz sessizce.

Bir anlasam ne vakit kim karar verir kelimelerin ölme vakti geldiÄŸine. Kelime çektirmek diÅŸ çektirmek gibidir, sancılı. Bir kelimeyi çektirdiniz mi dilden boÅŸluÄŸu kalır geride. Çok kelime çektirdiniz mi dilden, aÄŸzınızda diÅŸ kalmaz, konuÅŸamaz olursunuz. Ä°ngilizcede binlerce kelime ile kendini ifade etmeyi öğrenen bir lise öğrencisi Türkçede bunun epi topu üçte biri, dörtte biri kadar kelime ile idare ediyorsa, yaÅŸadığı sokakların isminin ne anlama geldiÄŸini dahi bilmeyen kuÅŸaklar varsa Ä°stanbul’da, Osmanlıca addedilen kelimelerin tınısını iÅŸitemeyecek kadar sağırlaÅŸmışsa kulaklar modernleÅŸme adına, kültür ve dil akamıyorsa bir kuÅŸaktan bir kuÅŸaÄŸa, sol görüşlü aydınlardan saÄŸ görüşlülere, saÄŸ görüşlü aydınlardan sol görüşlülere deveran edemiyorsa kelimeler ya da kavramlar… O muazzam, katman katman açılan tasavvuf külliyatı “derviÅŸ merviÅŸ iÅŸleriâ€? diye bir kalemde çizilebiliyorsa, soldakiler tasavvufu hor, saÄŸdakiler ise kendi tapulu mülkleri olarak görüyorsa, ukalalık, dışlamak ve mülkiyetperverlik böylesine kök salmışsa, tarihsel ve kültürel her birikim bir kalemde çizilebiliyorsa…devamı burada

Share