Yakın zamanda aile resimlerinize ya da çocukluk resimlerinize göz attınız mı? 30 yaşını biraz aşmış olanların çocukluk resimleri genellikle siyah-beyaz resimlerle başlar. 35mm’lik makinalardan çok, orta format Lubitel’lerle hatırlanır. Hani şu üstten baktığımız makinalar… Görüntünün üste başaşağı düştüğü fotoğraf makinaları. Ardından yurtdışında akrabaları olanların ilk gördükleri renkli resimlerin renkleri biraz solmuş, beyaz çerçeveli resimler . Kontrastları biraz düşük olsa da alıştığımız fotoğraf makinaları ve filmlerin banyo edilmesi sürecinin tersine, bu makinalardan hızlıca çıkan bir kağıt parçası biraz bekledikten sonra görüntünün aniden belirdiği mucizelerdir. Çocukluğumuzun gelişmişlik seviyesi içinde ülkemizdeki teknoloji harikalarıdır bu makinalar…Hatta kitapçığının içindeki çıkan fotoğraf kağıtlarını sallamayın ibarelerine dikkat etmeden krize tutulmuş bir adam edasıyla ve bir an önce görüntünün belirmesi için köşesinden tutarak salladığımız hayat parçalarıydı onlar. Polaroid markası orada hayatımıza girdi. 2000’li yıllarda dijital öncesinde hızlı vesikalık çektirmek demek, “Polaroid çektir” demekle aynı manaya gelirdi. Büyük borçlar yüzünden son bulan bu ürün, şimdilerde imkansız proje adıyla tekrar hayata geçirilmeye çalışılıyor. İyi haberlerden birisi de bu hedeflerine birer birer ulaşan proje ekibinin imkansızı imkanlı hale getirir adımlarıdır. Duyduğuma göre filmin geliştirilmesi (develop) sürecini bile tamamlamışlar. Neyse o günlerin anısına….
Category: Blog
Yazılar
Cemil Ölürken…
Bu toprakların üstünde yaşayan insanlar niçin ifrat ya da tefrit noktasında dururlar? Pandora’nın kutusunu şimdi açmak yerine kapalı tutayım..
Ela gözleri dalgın geniş alnı sararmış
Bir sanatkâr hastadır, Cemil hasta yatıyor.
Odayı bir matemin görünmez rengi sarmış
Başında duranların kalbi yorgun atıyor.
İnce parmaklarını ıslattı gözyaşları
Odanın sükûnunda hıçkırıklar inledi.
Hastanın yavaş yavaş çatılarak kaşları
Sanki derinden gelen bir sadayı dinledi.
Mukaddes elemini andı bir kere daha
Uzak serviliklere çevirerek yüzünü,
Ah ey gafil faniler iman edin Allah’a
Bir ilâhî ruhunda geldi işte son günü…
Çok kudretli oluyor bir dehanın gurubu
Ecel onun yanına sen de el bağlayıp gir.
Nefesinle titreyen fanilerden değil bu
Ölmeyen bir sanatkâr ölüm döşeğindedir.
Gökler geri alıyor yeryüzündeki sesini
Şimdi geniş alnında ebedin gölgesi var .
Başında ağlayanlar sonuncu bestesini
Ağır ağır kapanan gözlerinden duydular!..
Nazım HİKMET
Vatan-daşlar ruh-daşlar fiş-daşlar
Elif Şafak’ın bir yazısı ama paylaşmadan duramadım…
Bacak kadar çocuklara simsiyah önlükler giydirip her sabah tek sıra and içiren kimse pencerelerden dışarı bakamasın diye sınıf pencerelerini külrengine boyayan yaratıcılıktan ziyade ezberciliği bireyselleşmeden ziyade sürüleşmeyi eleştirel düşünceden ziyade sorgusuz sualsiz itaati belleten ve sistematik dayak içeren Türk eğitim sistemi okuma–yazmayı “fiş”lerle öğretmişti hepimize. Her öğrencinin küçük kişisel fişleri vardı bir de sınıf tahtasında asılı devasa fişler. O devasa fişlere baka baka her çocuk kendi minik fişlerine çekidüzen verirdi. Sonra okurduk hep bir ağızdan: TUT-ALİ-TO-PU-TUT… YA-KA-LA-A-Lİ-YA-KA-LA…” İçimize hücrelerimize sinmiş. “Fiş” demek “emir kipi” demek toplumsal bilinçaltımızda. “Fiş” demek yakalanacak birileri tutulacak bir hedef var bir yerlerde demek. Şartlanmışız bekliyoruz tetikte. Karatahtadan gelen emir kipini duyar duymaz biz de pürnizam cici cici oturduğumuz sıralarda kendi minik fişlerimize çekidüzen vereceğiz. Sağım solum önüm arkam düşman dolu öğretmenim. İlerde iki sıra önümde sol görüşlü bir öğrenci var dili kürek kadar sorguluyor sistemi YÖK’ü protesto ediyormuş duydum kan revan yediği coplara rağmen kafasına kafasına düşünemesin aptal olsun diye coplar hep kafayı hedef alır ama hâlâ utanmadan düşünüyor öğretmenim TUT-A-Lİ-TUT. İki sıra arkamda türbanlı bir kız öğrenci hem okumak eğitim ve meslek sahibi olmak hem de türban takmak istiyormuş öğretmenim ikisini birden aynı anda TUT-A-Lİ-TUT.
Üç sıra önümde bir Ermeni oturuyor demek hâlâ Ermeniler kalmış bu memlekette silememişiz hepsini kovamamışız kendi evlerinden valla doğrusu bi şey yaptığını görmedim; ama Ermeni asıllı olması başlıbaşına kabahat değil mi öğretmenim TUT-A-Lİ-TUT. Arka sıralarda oturan şu kadın feministmiş öğretmenim memnun değilmiş toplumsal kültürel ve kurumsal düzeyde tıkır tıkır işleyen ataerkillikten cinsiyetçilikten Güldünya isimli bir kadın öldürüldü diye tepki duyuyormuş ona ne oluyorsa TUT-A-Lİ-TUT.
En öndeki öğrenci yazar mı şair mi kalem ehli imiş öğretmenim hayal kurabilmek istiyormuş kursun kurmasına da kendine saklasın hayallerini yok illaki yazacak kaleme alacak hayalleri sakıncalı TUT-A-Lİ-TUT. Bir de şuradaki akademisyeni gözüm tutmuyor öğretmenim entelektüel toplum yukardan aşağıya değil aşağıdan yukarıya akmalı tepeden inme kurallarla değil sivil toplumda harekete geçen kişisel ve kolektif dinamiklerle yenilenmeli değişmeli demokratikleşmeli diyormuş öğretmenim TUT-A-Lİ-TUT…
Hepsini yakaladım tuttum öğretmenim fişlerime yazdım teker teker isimlerini cisimlerini. Ama hâlâ varlar. Ne kadar çoklar. Neyse ki çok olduklarının farkında değiller. Çünkü birbirlerini dinlemekten acizler. Olanca güçlerini birbirlerini didiklemeye ayırmaktalar öğretmenim. Sol görüşlü öğrenci türbanlı kız ile sağ görüşlü gazeteci bir feminist kadın ile hiçbir ortak noktası olamayacağına körü körüne inanmış birbirlerini karalamakla meşguller. Ben bunları tutmasam da olur öğretmenim. Nasıl olsa birbirlerine dil uzatmaktan fırsat bulup da ortak noktalarını ezilmişlik paydalarını konuşmaya o ortak payda üzerinde yükselerek sistemi beraberce dönüştürmeye demokratikleştirmeye ve sadece vatan-daş değil aynı zamanda fiş-daş da olduklarını görmeye zaman bulamayacaklar.
BI-RAK-A-Lİ-BI-RAK… TUT-MA-SAN-DA-O-LUR…
Arizona