Mızıkacı Çocuk

Boynuna o yeşil fuları sarma çocuk,
Gece trenlerine binme kaybolursun,
Sokaklarda mızıka çalma çocuk, vurulursun.

Korkusu kalmış içimizde terkedilmiş çocukların,
Yitik yüzlü fotoğraflar duruyor siyah-beyaz.
Kırık bir vazo masanın ortasında,
Yıkık dökük odada,
Susuz ve çiçeksiz..

Tasını tarağını toplayıp gidiyor gökyüzü tepemizden,
Korkusunu bırakıyor içimize,
Karanlığını.
Yalnızlık gibi bir şey düşüveriyor yüreğimizden,
Korkusu kalıyor içimizde,
Susuzluğu..
Ne vakit kalırsa insan korkusuyla bir başına
Ve yalnızlığı çığ gibi büyüyorsa,
Sabahları erken kalkmalı daima,
Traş olmalı,
Saçını sakalını taramalı
Ve en güzel giysilerle çıkmalı sokağa
Ki gün doğmuyorsa bir daha
Ve inancın kefesi bundan yanaysa
Ve artık ölümse korkunun soğuk adı,
Düşüvermişse yüreğimize,
Yapacak bir şey kalmamıştır,
Mutluluk adına…

Attila İlhan
( 1925 – 2005 )

Share

Koşuşturmada kaçırılan güzellikler

 

Soğuk bir Ocak 2007 sabahında Washington, DC Metro istasyonu. Bir adam kemanıyla 45 dakika boyunca altı Bach parçası çaldı. Bu süre içerisinde yaklaşık 2 bin kişi istasyondan geçti, birçoğu da işine gidiyordu. Üç dakika sonra orta yaşlarda bir adam, müzisyenin çaldığını farketti. Adımlarını yavaşlattı ve birkaç dakikalığına durdu. Daha sonra programındaki toplantıya yetişmek üzere hareket etti. 4 dakika sonra kemancı ilk dolarını aldı. Bir kadın şapkanın içine parayı durmadan fırlattı ve yürümeye devam etti. 6 dakika sonra genç bir adam duvara yaslanarak müziği dinledi sonra saatine baktı ve yeniden yürümeye başladı. 10 dakika sonra 3 yaşındaki bir çocuk durdu fakat annesini onu aceleyle çekiştirerek sürükledi. Çocuk müzisyene bakmak için tekrar durdu, annesi bu sefer daha hızlı çekti. Çocuk yürümeye devam ederken kafasını döndürüp döndürüp müzisyene baktı. Bu durum birçok çocuk tarafından da tekrarlandı. Her ebeveyn bir örnek hariç çocuklarını hızlıca çekiştirerek götürdüler. 45 dakika boyunca müzisyen devamlı çaldı. Sadece 6 kişi durdu ve müziği bir süreliğine dinledi.
20 kişi müzisyene para verdi ve normal adımlarıyla yürümeye devam etti. Müzisyen toplam da 32 USD topladı. 1 saat sonra müzisyen çalmayı bıraktı ve sessizlik her tarafı sardı. Kimse farketmedi. Kimse alkışlamadı.Müzisyeni kimse tanımamıştı. Kimse bilememişti fakat kemanı çalan kişi Joshua Bell‘di. Kendisi dünya’daki büyük müzisyenlerden birisidir. Bell şimdiye kadar yazılmış en karmaşık parçalardan birini, elindeki 3.5 milyon USD değerindeki kemanıyla çalmıştı. İki gün önce Joshua Bell’in Boston’da bir tiyatro’da verdiği konserin biletleri ortalama 100 USD’a satılmıştı. Bu gerçek bir hikaye. Metro istasyonunda Joshua Bell’in kılık değiştirerek yaptığı bu performans, Washington Post gazetesi tarafından insanların algılarını, zevklerini ve önceliklerini öğrenmek için organize edilen sosyal bir deneydi. Burada şu soru ortaya çıktı: Kamusal bir alanda uygun olmayan bir saatte, güzelliği nasıl algılarız? Bunun için durup kıymetini bilir miyiz? Beklenmedik ortamlarda yeteneği tanır mıyız? Bu deneyden ulaşılacak muhtemel sonuç şu olabilir: Eğer dünyanın en iyi müzisyenlerinden birinin, dünyadaki en iyi kemanlardan biriyle çaldığı, yazılmış en rafine müziklerden birini durup dinleyecek zamanımız yoksa; acaba başka ne kadar güzelliği kaçırıyoruz?

Joshua Bell’i tanımayanlar için şu söyleşi zihin açıcı olabilir.

Share

At hırsızı

Bu hikayeyi defalarca duymuştum. Yakın zaman’da bir yazarımız daha tekrarladı. Ben de paylaşayım istedim.

:: Tuareg > Sahara desert > North Niger > Africa ::

Çölde yaşayan kabilelerden birisinin, bu pek sevgili atına atlayarak tek başına çöle gezmeye çıkmış. Hayli zaman at koşturduktan sonra dönmek üzere iken uzaklarda hareketlilik dikkatini çekmiş. Çöl uçsuz bucaksız bir yerde bunun ya bir av ya da yardıma muhtaç birisi olduğunu düşünmüş. Yanına yaklaştığında gördüğünün yerde yatan bir insan olduğu ortaya çıkmış.

Atından inerek yerdeki adama yardıma gitmiş. Önce adamın nefes alıp almadığından emin olmak istemiş. Yerde yatan bedenin nefes aldığını görünce sevinip atının terkisinden su kırbası almak üzere iken, yerdeki mecâlsiz ve hasta adamı, o herkesten kıskandığı değerli atın üzerinde görünce şaşırıvermiş. Adam atı topuklayıp erişilemeyecek kadar uzaklaştıktan sonra dönüp, alay edercesine bakmış atın sahibine,

Atını o kadar seven sahibi bağırmak çağırmak yerine durduğu yerde ağlıyormuş.

– Ne oldu
diye seslenmiş hırsız, “Zoruna gitti de ondan ağlıyorsun değil mi? Sen ki bu atı kendi gözünden, evlâdından bile kıskanırdın ama bak, aklım ve çevikliğim sâyesinde şimdi benim oldu atın; ne kadar ağlasan yeridir!”

Atın sahibi gözyaşlarını silmiş; demiş ki, “Hayır ey hırsız, atımı çok severdim, doğrudur; senin onu benden çalman elbette gücüme gitti, fakat onun için ağlamıyorum.”

– Yaa, niçin ağlıyorsun öyleyse?

– Şunun için: Bu haber yarın etrafta duyulduğunda, senin nasıl bir hile ile atımı elimden kapıp çaldığın dilden dile dolaştığında bundan sonra çölde hiç kimse yerde yatan ve ölmek üzere olan gerçek ihtiyaç sahibine bir damla su vermeye çekinecektir. Üzüntüm ondan!

Share