Ene Yusuf ya Ebi!

 time travel

 أنا يوسف يا أبي
محمود درويش – فلسطين

 
أَنا يوسفٌ يا أَبي.
يا أَبي، إخوتي لا يحبُّونني،
لا يريدونني بينهم يا أَبي.

يَعتدُون عليَّ ويرمُونني بالحصى والكلامِ
يرِيدونني أَن أَموت لكي يمدحُوني
وهم أَوصدُوا باب بيتك دوني
وهم طردوني من الحقلِ
هم سمَّمُوا عنبي يا أَبي
وهم حطَّمُوا لُعبي يا أَبي

حين مرَّ النَّسيمُ ولاعب شعرِي
غاروا وثارُوا عليَّ وثاروا عليك،
فماذا صنعتُ لهم يا أَبي?
الفراشات حطَّتْ على كتفيَّ،
ومالت عليَّ السَّنابلُ،
والطَّيْرُ حطَّتْ على راحتيَّ
فماذا فعَلْتُ أَنا يا أَبي،
ولماذا أَنا?

أَنتَ سمَّيتني يُوسُفًا،
وهُمُو أَوقعُونيَ في الجُبِّ، واتَّهموا الذِّئب;
والذِّئبُ أَرحمُ من إخوتي..
أبتي! هل جنَيْتُ على أَحد عندما قُلْتُ إنِّي:
رأَيتُ أَحدَ عشرَ كوكبًا، والشَّمس والقمرَ، رأيتُهُم لي ساجدين؟

 

Ben Yusuf Babacığım!

Babacığım, kardeşlerim ne seviyorlar ne de aralarına alıyorlar!

Bana taşlarla ve kelimelerle saldırıyorlar!

Methetmek için ölmemi istiyorlar!

Beni dışarıda bıraktılar ve evimizin kapısını kapattılar!

Yerimden (Yurdumdan)  sürdüler…

Babacığım üzümlerimi zehirlediler…

Oyuncaklarımı kırdılar.

Hafif bir rüzgar saçlarımı oynayınca beni kıskandılar!

Bana ve sana karşı nefretleri alevlendi..

Ben onlara ne yaptım babacığım!

Kelebekler benim omuzuma kondu,

Kuşlar  ellerime geldi!

Ne yapmıştım babacığım?

Neden ben ?

Sen bana Yusuf dedin  ve beni kuyuya attılar!

Kurda suçu attılar

Halbuki daha merhametliydi Kurt, Kardeşlerimden…

“Onbir yıldızı, güneşi ve ayı gördüm, bana secde ederken” dediğimde

hata mı ettim kimseye?

Mahmud Derviş-Filistin

(Arapça’dan yaptığım çevirideki kusurumlarım için affınıza sığınırım. Kontrol edebilmeniz için de İngilizce çevirisini ilave ediyorum.)

I Am Yusuf

Oh my father, I am Yusuf
Oh father, my brothers neither love me nor want me in their midst
They assault me and cast stones and words at me
They want me to die so they can eulogize me
They closed the door of your house and left me outside
They expelled me from the field
Oh my father, they poisoned my grapes
They destroyed my toys
When the gentle wind played with my hair, they were jealous
They flamed up with rage against me and you
What did I deprive them of, Oh my father?
The butterflies stopped on my shoulder
The bird hovered over my hand
What have I done, Oh my father?
Why me?
You named me Yusuf and they threw me into the well
They accused the wolf
The wolf is more merciful than my brothers
Oh, my father
Did I wrong anyone when I said that
I saw eleven stars and the sun and the moon
Saw them kneeling before me?

Share

Dünya’da baş gösteren kriz sebebiyle insanların farklı çözüm önerileri aradığını biliyoruz. Bir yandan Das Kapital’in hızlı yükselişi ve insanların uzun zamandan bu bir yana koyduğu fikirleri gündemlerine tekrar almalarını ilginç buluyorum. Bu arada Das Kapital’in ikinci ve üçüncü ciltlerini yazmaya Karl Marx’ın ömrü yetmediği için Engels notlarından tamamlamıştır. Bu arada Komunist manifesto’sunu da okumak farklı bir bakış açısı uyandırabilir.

Farklı bir yaklaşımın da Japonların kriz için kullandıkları kelimede saklı olduğunu öğrendim.

危=”tehlike”  機=”fırsat”.

Japonların kriz için kullandıkları “kiki” kelimesi tehlike ve fırsat kanjilerinden oluşuyor. Yani dikkatli olanlar için fırsatlarını da riskleriyle birlikte getiriyor.

En komik yaklaşım da Hıncal Uluç’un Pazar Neşesi bölümünden geliyor:

Amerikalı yatırım uzmanı Dr. Marc Faber bu ayki köşe yazısını şu şekilde bitirmiş:
“Federal hükümet bize 600 dolarlık bir geri ödeme yapıyor. Eğer bunu büyük mağazada harcarsak para Çin’e gidecek.
Benzin alırsak Araplara. Bilgisayar alırsak Hindistan’a, giyim eşyası alırsak Pakistan’a, sebze ve meyve alırsak Meksika, Honduras (?) ve Guatemala’ya gidecek. Düzgün bir araba alırsak Almanya’ya, gereksiz çerçöpe yatırsak Tayvan’a gidecek ve bunların hiçbiri Amerikan ekonomisine fayda sağlamayacak. Parayı ülkemizde tutmanın tek yolu hayat kadınlarına ve biraya harcamak, çünkü artık ülkemde üretilen şeyler sadece bunlar. Ben iyi bir vatandaş olarak üzerime düşeni yapıyorum..”

Share

Sanat ve Türk Dil Kurultayı

Haberlerde gördüğüm bir haber beni derinden sarstı. Başbakanımız kurultayın açılışını yapmak için çıktığı kürsüden yakında ölen şairimizin bir şiirini okumayı planlıyordu. Ya da birileri öyle planlamış ama teknik bir hata yapmış. Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın olduğunu belirterek Faruk Nafiz Çamlıbel’in muhteşem bir şiirini okuyarak sözlerine son verir, Başbakanımız!

Kendisinin okuduğu birçok şiir olduğunu ve şiir okumayı  sevdiğini biliyorum.  Ancak bu şiiri çok kötü okudu. Anlam bütünlüğünü korumadan neden şairin inlediğini hiç duymadan yaptı. Bu muhteşem şiiri kendiniz okuyun ve yüreğinizde hissedin…

SANAT

Yalnız senin gezdiğin bahçede açmaz çiçek,
Bizim diyarımızda bin bir baharı saklar!
Kolumuzdan tutarak sen istersen bizi çek
İncinir düz caddede dağda gezen ayaklar

Sen kubbesinde ince bir mozaik ararda
Gezersin kırk asırlık mabedin içini
Bizi sarsar bir sülüs yazı görsek duvarda,
Bize heyecan verir bir parça yeşil çini

Sen raksına dalarken için titrer derinden
Çiçekli bir sahnede bir beyaz kelebeğin
Bizimde kalbimizi kımıldatır derinden
Toprağa diz vuruşu dağ gibi bir zeybeğin

Fırtınayı andıran orkestra sesleri
Bir ürperiş getirir senin sinirlerine,
Istırap çekenlerin acıklı nefesleri
Bizde geçer en yanık bir musiki yerine

Sen anlayan bir gözle süzersin uzun uzun
Yabancı bir şehirde bir kadın heykelini,
Biz duyarız en büyük zevkini ruhumuzun
Görünce bir köylünün kıvrılmayan belini…

Başka sanat bilmeyiz karşımızda dururken
Yazılmamış bir destan gibi Anadolumuz
Arkadaş, biz bu yolda türküler tuttururken
Sana uğurlar olsun… ayrılıyor yolumuz

Faruk Nafiz Çamlıbel

Share