Tükettik!

Yeni bir yıl geldi. Geçmiş yıl kimimize sevdiklerimizi, kimimize aşklarımızı, kimimize kahramanları kaybettirdi. Bir yıl yaşlandık… Bir 365 gün tükettik..

Kimi zaman ağladık..

Sevdiğimize, hüznümüze, neşemize, kızgınlıklarımıza…

Kişi zaman çığlıklar attık…

Başarımıza, Nefret ettiklerimize, hırçınlıklarmıza

Artık resimlerimiz daha solgun..

Hatıraları bir bir eridi zaman içinde…

Şimdi daha da pişmanım

Geçiremediğim zamanlara..

Keyif yapamadığım mekanlara

Paylaşamadığımız kahkahalara

Şöyle doya doya sarılamadığıma

Elini elime alıp okşayamadığıma..

Son günlerde çokca ‘keşke’ derken yakalıyorum kendimi..

Pişmanlık yoktu bizim sözlüğümüzde..

Nereden öğrendim bu yıl o kelimeyi…

Bu yıl barut her zamandan daha keskin kokuyordu.

Ağaç kan çiçekleri açar mıydı?

Gözyaşında kan olur muydu?

Korku gözle görülür mü?

Soğuk yakar mı?

Nefret çoktan büyütmüş çocuklarını..

Barış başı karlı dağlara bakıyor..

Merhamet gideli asır olmuş!

Ne çıkış ne de yol yokmuş.

Kardeş o boya değil kan..

Kan terlemiş toprak

Barut tozu toplamış yaprak

Bu yıl…

Acı kırağı olmuş yaraların üstüne..

Kin meyveya durmuş…

aşk ve merhamet bir varmış bir yokmuş…

Share

Yavaşca kalkılır, sikke kesilir, boyun bükülür. Edeb ile eller öpülür. Vuslat zamanı gelmiştir. Maşuk’un Aşuk’a kavuşma vaktidir.

Bu gece yine Şeb’i Aruz! Eski takvimler 5 Cemaziyelahir’i gösterdiğinde Mevlana’nın Mevlasına kavuştuğu gündür. Evvel bir olup bu gece tek olma vaktidir!

Dinle sözümü sana direm özge edadır
Derviş olana lazım olan aşk-ı Hüdadır
Aşıkın nesi var ise Maşuka fedadır
Sema sefa, cana şifa, ruha gıdadır…

Derviş gönüllü olmak herkese kısmet olmaz. Sözü bir sırla keselim ! Yanan yüreğe ve ümitsiz gönüle kısmetince fer verelim.

Vaktiyle bir derviş, nefisle mücadele makamının sonuna gelir.
Meşrebin usulünce bundan sonra her türlü süsten, gösterişten arınacak, varlıktan vazgeçecektir.
Fakat iş yamalı bir hırka giymekten ibaret değildir. Her türlü görünür süslerden arınması gereklidir..
Saç, sakal, bıyık, kaş, ne varsa hepsinden. Derviş, usule uygun hareket eder, soluğu berberde alır.
– Vur usturayı berber efendi, der.
Berber dervişin saçlarını kazımaya baslar. Derviş aynada kendini takip etmektedir. Başının sağ kısmıtamamen kazınmıştır. Berber tam diğer tarafa usturayı vuracakken, yağız mı yağız, bıçkın mı bıçkın bir kabadayı girer içeri.
Doğruca dervişin yanına gider, başının kazınmış kısmına okkalı bir tokat atarak:
– Kalk bakalım kabak, kalk da tıraşımızı olalım, diye kükrer.
Dervişlik bu… Sövene dilsiz, vurana elsiz gerek. Kaideyi bozmaz derviş.
Ses çıkarmaz, usulca kalkar yerinden. Berber mahcup, fakat korkmuştur. Ses çıkaramaz.
Kabadayı koltuğa oturur, berber tıraşa başlar.
Fakat küstah kabadayı tıraş esnasında da sürekli aşağılar dervişi, alay eder:
‘Kabak aşağı, kabak yukarı.’
Nihayet tıraş biter, kabadayı dükkândan çıkar. Henüz birkaç metre gitmiştir ki, gemden boşanmış bir at arabası yokuştan aşağı hızla üzerine gelir.
Kabadayı şaşkınlıkla yol ortasında kalakalır. Derken, iki atın ort asına denge için yerleştirilmiş uzun sivri demir karnına dalıverir. Kabadayı oracığa yığılır, kalır.
Ölmüştür. Görenler çığlığı basar.
Berber ise şaşkın, bir manzaraya, bir dervişe bakar, gayri ihtiyarî sorar:
– Biraz ağır olmadı mı derviş efendi?
Derviş mahzun, düşünceli cevap verir:
– Vallahi gücenmedim ona. Hakkımı da helal etmiştim. Gel gör ki kabağın bir sahibi var. O gücenmiş olmalı!

Share