Evlilik üzerine notlar

 

Bu başlığı görünce benim kendime ait anektodlar anlatacağımı zannedenler fazla ümitlenmesinler. Sadece okuduğum iki parçayı paylaşmak isteedim. Birincisi Mutlu Tönbekici’nin yazısı, şöyle diyor:

Yıkanmak istemeyen çocukların büyümüşü: Evlenmek istemeyen adam!

Otuzlarının sonlarında bir çift. Dört yıldır aynı evde oturuyorlar. Çok da iyi anlaşıyorlar. Şahane seyahat hayalleri, çiftlik hayalleri kuruyorlar.

Bir akşam kadın, erkeğin sevinçle kabul edeceğinden emin “hadi evlenelim!” der. Erkek “ben evliliğe hazır değilim” der…

Evliliğe hazır olmayan adam dört yıldır evliden farksız bir hayat sürmektedir. Her akşam evine geliyordur, alışverişi yapıyordur, balkondaki çiçekleri suluyordur, televizyon karşısında beraber film seyrediyordur. Yeri geldiğinde sevgilisinin karnına sıcak su torbası koyuyordur ama sıra nikâha gelince “evliliğe hazır değildir”.

Kadın şoke olmuştur. Çatalı bıçağı elinden yavaşça masaya bırakır. Adamın hayatında değişecek bir tek şey var: Parmağında bir alyans!

Kadın “neden?” diye sorar, adam “öyle işte” der…

Kadın şunu düşünmeye başlar: Sevgili pozisyonunda yeterlidir ama karısı olmaya layık görülmüyordur. O pozisyon daha “üstte” bir kadın için rezerve edilmiştir.

Mutlulukları hızla bozulur. Kadın için başka hiçbir şeyin önemi kalmamıştır. Adamın, onunla evlenebilme ihtimali dışında hiçbir tarafı artık ona ilginç gelmiyordur. Daha önce her konuda tatlı tatlı konuşabilen çiftin sohbetleri artık evlilik dışında bir konu üzerinde olamıyordur. Evlilik adam için “yine mi bu konu?” iken kadın içinse dünyada başka hiçbir bir konu yoktur. Mönüdeki tek yemek artık budur.

Kadın hata yaptığını anlar ama artık geri dönüşü olmayan bir yola girmiştir. O pozisyonun kime rezerve edildiğini düşünmekten, neden kendisinin layık görülmediğine kafa yormaktan bitap düşer. İşine dikkatini vermez, fena halde çuvallamaya başlar.

Adam ise sevgisinin evlilikle “sınanmasından” rahatsızdır. Sevgilisine sadıktır, ona iyi davranıyordur, bu evlilik işi nereden çıktı?

Kadın her gün adamın eve bir yüzükle gelmesini beklemeye başlar. Gönül gözü o kadar kapanmıştır ki adamın her akşam getirdiği en güzelinden peyniri, organik domatesi, çok seviyor diye aldığı pirzolayı, çikolataları görmez de onun yerine torbaların içinde yüzük arar. Bulamayınca gözyaşlarına boğulur. Hiç bir hediye, uyduruk bir yüzükle rekabet edemez. Papatyalar teselli ikramiyesinden başka bir şey değildir.

Muhteşem cinsel hayatları bıçak gibi kesilir. Kadın, sevgilisinin çok sevdiği süsü püsü bırakır. Ne makyaj yapar ne tırnaklarına oje sürer. Alelade giyinmeye başlar. Yatakta sırtını dönüp uyur.

Akşamları mutlulukla döndükleri evleri azap yuvasına döner. Arkadaşları bir bir evlendikçe, kadının sinirleri daha da bozulur. Hepsinden önce bulmuştur ruh ikizini ama en geride o kalır.

Adam, durumun nasıl oldu da bu hale geldiğini katiyen anlamaz. Kendini spora verir. Kadın giderek hırçınlaşır, adam giderek suskunlaşır.

İlişkileri altı ay kadar daha devam eder. Kadın neden bu fikre takılıp kaldığını anlayamaz. Kurtulmak ister, başaramaz. Ne bir adım ileriye, ne bir adım geriye gidebilir. Her sabah umutla uyanır, istediği cümleyi duyamaz, kendini “zaten evlenmek isteyen kim?” fikrine alıştırır.

Sonra kadın kendine bir ev tutar. Bir daha kimseyle bu kadar iyi geçinemeyeceğini bile bile geri adım atmaz, atamaz, eşyalarını toplar. Adam, bir daha kimseye bu kadar âşık olmayacağını bile bile teklifini yapmaz, yapamaz, kadının usulca gitmesini izler…

Çok güzel bir ilişki biter…

Buradan çıkan sonuçlar

– Kadın ve erkek için evliliğin manası taban tabana zıt. Erkek beraber olmak için evlenir, kadın evlenebilmek için beraber olur.

– O nedenle bir erkek bir kadının “zaten beraberken” neden evlenmek istediğini bir türlü anlamaz. Kadın ise “zaten beraberken” erkeğin neden evlenmek istemediğini…

– Evlilik, düğün, gelinlik, zurna, davul, kokteyl, prolonj… Hepsi kadınların yarattığı ve önemsediği zırvalıklar. Dünyada düğün hayali kuran tek bir erkek yoktur! Düğün fotolarında yakışıklı görünsün diye kilo vermeye çalışan, dişlerini beyazlatan, korse giyen erkek de…

– Hiç bir erkek, Amerikan filmlerindeki gibi elinde bir yüzükle gelip, başını köpek yavrusu gibi yana eğip “benimle evlenir misin?” demez. Diyemez! Bu onların “yıkanmayı sevmeyen çocuk” doğalarına aykırı. Diyebilenler “iyi eğitilmiş” olanlar…

– Kadınlar, adamla kafalarında kurdukları projeye âşık oluyor. Adamlar kadının o anki haline. Kadınlar “bu adam niye değişmiyor?” diye kızar, adamlar “bu kadın niye değişti?” diye.

– Sevgiyi imtihan etmek ilişkinin katilidir. Güven tazeleme ihtiyacı kanser gibi yayılan bir şey. Papatyaların kıymetini bilmek lazım.

 

Bu yaşanmış ve ilginç durum üzerine başka bir hikaye  şöyle diyor:

Bir kadın anlatıyor:

Kocam bir mühendisti. Onunla sâkin tabiatını sevdiğim için evlenmiştim. Bu sâkin adamın

göğsüne başımı koymak içimi nasıl da ısıtırdı.

 

Gel gör ki iki yıl nişanlılık

ve beş yıl evlilikten sonra bu sâkinlik beni yormaya başlamıştı. Eşimin -bir

zamanlar çok sevdiğim- bu özelliği artık beni huzursuz ediyordu.

 

İş ilişkiye gelince oldukça içli, hattâ aşırı hassas bir kadınım. Romantik anlara,

küçük bir çocuğun şekere düşkünlüğü gibi can atıyorum. Oysa kocamın sakinliği,

başka bir deyişle vurdum duymazlığı, evliliğimize romantizm katmaması beni

aşktan almış, uzaklaştırmıştı.

 

 

Sonunda kararımı ona da

açıkladım: Boşanmak istiyordum.

Şaşkınlıktan gözleri açılarak ‘niye?’ diye

sordu.

‘Gerçekten belli bir sebebi yok’ dedim, ‘sadece yoruldum.’

Bütün

gece ağzını bıçak açmadı. Düşünüyordu. Bu hâli ise hayal kırıklığımı daha da

artırmaktan başka bir işe yaramıyordu: işte, sıkıntısını dışarı vurmaktan bile

aciz bir adamla evliydim. Ondan ne bekleyebilirdim ki!

 

Sonunda

sordu: ‘seni caydırmak için ne yapabilirim?’

Demek ki söyledikleri doğruydu:

insanların mizacı asla değiştirilemiyordu. Son inanç kırıntılarım da

kaybolmuştu.

‘İşte mesele tam da bu’ dedim. ‘Sorunun cevabını kendin bulup

kalbimi ikna edebilirsen kararımdan vazgeçebilirim. ‘

‘Diyelim dağın tepesinde

bir uçurum kenarında bir çiçek var. O çiçeği benim için koparmak, düşüp

vücudunun bütün kemiklerinin kırılmasına, hattâ ölümüne mâl’olacak. Bunu benim

için yapar mısın?’

Yüzümü dikkatle inceledi ve ‘Sana bunun cevabını yarın

vereceğim’ dedi.

Bu cevapla son ümidim de yok

olmuştu.

 

Ertesi sabah uyandığımda evde yoktu. Boş bir süt

şişesini mutfak masasının üzerine koymuş, altına da bir not

bırakmıştı.

‘Sevgilim’ diye başlıyordu,

‘O çiçeği senin için koparmazdım’

Kalbim yine kırılmıştı. Okumaya devam ettim.

 

‘Çünkü her zaman yaptığın gibi

bilgisayarın altını üstüne getirip çökerttikten sonra monitörün önünde

ağladığında, onu tekrar düzeltebilmem için ellerime ihtiyacım

var.’

 

‘Anahtarları her zaman evde unuttuğunu bildiğimden, senden

önce eve varabilmem üzere koşmam gerektiğinden bacaklarıma ihtiyacım

var.’

 

‘Arabayı kullanmayı çok sevdiğin halde şehirde hep yolu

kaybettiğinden, yolu gösterebilmem için gözlerime ihtiyacım

var.’

 

‘<Sâdık arkadaşın>ın her ayki ziyaretinde sebep olduğu,

karnındaki krampları rahatlatabilmem için avuçlarıma ihtiyacım

var.’

 

‘Evde oturmayı sevdiğinden, içe kapanıklığını dağıtmak, can

sıkıntını hafifletmek üzere sana şakalar yapabilmem, hikâyeler anlatabilmem için

ağzıma ihtiyacım var.’

 

‘Sabahtan akşama kadar bilgisayara bakmaktan

gözlerinin bozulması kaçınılmaz olduğundan, yaşlandığımızda tırnaklarını

kesebilmem, saçlarında -görülmesini istemediğin- beyaz telleri ayıklayabilmem,

merdivenlerden aşağı inerken elini tutabilmem, çiçeklerin renginin – gençliğinde

senin yüzünün rengi gibi olduğunu söyleyebilmem için gözlerime ihtiyacım

var.’

 

‘Ama seni benden daha fazla seven biri varsa,

evet o uçuruma gidip, o çiçeği senin için koparırım bir

tanem.’

 

 

Baktım, mektuptaki yazının mürekkepleri yer yer

dağılıyordu.

Göz yaşlarım mektuba düşüyordu.

‘Mektubu okuduysan ve kalbin

ikna olduysa lüften kapıyı aç canım. Çok sevdiğin susamlı ekmek ve taze sütle

kapıda bekliyorum.’

Koşarak kapıyı açtım. Endişeli bir yüzle ve ellerinde

sıkıca tuttuğu susamlı ekmek ve sütle kapının önündeydi.

Artık çok iyi

biliyordum: beni ondan daha çok kimse sevemezdi. O çiçe ği uçurumun kenarında

bırakmaya karar verdim..

 

Bu gerçek aşktı.

 

 

İlk yıllardaki heyecanlar içinde görmeye alıştığımız aşkın, seneler sonra o

heyecanlar kaybolup gittiğinde, huzur ve durgunluk içinde de hep var olmaya

devam ettiğini göremeyebiliyoruz.

 

Oysa aşk hep vardır. Belki artık heyecansız, belki artık romantik değil… Belki sıkıcı, tekdüze, hatta

belki yüzsüz…. Ama hep oralarda bir yerdedir.

 

Çiçekler ve romantik dakikalar ilişkinin başlaması için elbette gereklidir. Bir zaman

sonra bunlar gitse de gerçek aşkın sütunu ebedi kalır.

 

Hayat tam da böyle bir şeydir.

 

Ee siz ne diyorsunuz? Kafanız karıştı mı?

Share

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

*

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.