Âşık Öldüren Mescidi

Mesnevi’ye dinle neyden diyerek başlarsanız..Gönlünüze göre dinlenecek nağmeler çıkıyor:

  • Tenın meylı yeşilliğe ve akarsuyadır. Çünkü aslı onlardan…
  • Canın meyli ebedi hayata ve Hüda’yadır. Çünkü onun aslı lamekanın(mekansızın) canıdır.
  • Canın meyli hikmete ve ilimleredir; tenin meyli ise bağa, çayır ve çemene, üzüm çubuklarınadır.
  • Maşukun mubabbeti aşıktan evveldir. Evvela maşuk aşıka meyletmese, aşık kalbinde o sevgiyi bulamaz.
  • İşte bunun gibi muhabbet evvela Tanrı’dan gelir ve ondan sonra da kulun kalbinden zuhur eder.

Âşık Öldüren Mescidi, Ölümünü Arayan Âşığın Pervasızca O Mescide Misafir Olması

Rey şehrinin kıyısında bir bir mescit vardı. Hiç kimse yoktu ki orada ge¬celesin, yatsın da korkudan ölmesin. O mescide nice çıplak garip gitti, hepsi de sabah çağı yıldızlar gibi battı, mezara girdi.

Herkes: “Orada kuvvetli periler var, orada konaklayanları kesip öldürüyorlar.” derdi.

Nihayet bir gece vakti mescide bir konuk geldi. Mescidin bu şaşılacak şöhretini o da duymuştu. Bir tecrübe etmek istiyordu. Çünkü bu konuk hem pek yiğitti, hem de canından bezmişti, hayatına doymuştu. Dedi ki: “Bu başa, bu gövdeye pek o kadar aldırış etmem.Tut ki, can hazinesi için bir habbe gitmiş ne çıkar.”

Halk, bu adama dediler ki: “Sakın burada geceleme, yoksa can alıcı seni küspe gibi eziverir. Sen garipsin, bunu bilmezsin, burada kim yattı, uyuduysa mahvoldu. Bunu biz nice defalar gördük.”

Âşık dedi ki: “Ey öğüt verenler!. Ben hayata doydum. Ben bir tembelim, amma yiyecek, içecek tembeli değilim. Ölümünü arayan bir tembelim.”

Ahali dedi ki: “Babayiğitlik satma, yürü. Bu sevdadan vazgeç. Nice kim¬seler vardır ki böbürlenir, fakat ızdırap zamanında yapışacak el arar. Ey kerem sahibi, gel yiğitlik taslama, mescidimizi de töhmet altında bırakma, bizi de.. Olur ki, bir düşman yann bize bir ateştir salar, onu zalimin bîri boğdu, mescidi de kurtulmak için bahane yaptı diyebilir.”

Konuk dedi ki:

Dostlar, ben, bir lahavle ile ürküp kaçacak şeytanlardan değilim. Size bir hikâye söyleyeyim: Bir çocuk, ekin bekçiliği yapar ve yanındaki defi çalarak kuştan kaçırırdı. Bir gün kerem sahibi Sultan Mahmud’un yolu oralara düştü; koro otağı o civara kuruldu; bütün ordusuyla oraya kondu. Bir de horoz gibi önde giden esrik bir deve vardı ki, nöbet davulunu sırtına yüklemişlerdi. Ansızın o deve tarlaya giriverdi. Çocuk, ekinleri korumak için o küçücük defi çal¬maya başladı. Bir akıllı kişi o çocuğa dedi ki: “Def çalıp durma, o eski deve koca davulun sesine alışmış a çocuk! Senin bu defceğizin ona tesir eder mi? Bu deve kocaman nöbet davulu taşıyor.”

İşte arkadaşlarım, sizin bu tehditleriniz yok mu? Bana ancak bir defceğizin çıkardığı ses gibi gelir. Erler! Ben hayallere kapılıp bu yolda duracaklardan değilim. Ben bu mescitte kalacak, uyuyacağım, isterse mescit bana Kerbela olsun, aldırış etmem. Öğüd vermede Cebrail bile olsanız, Halil ateş içinde kimseden medet istemez. “

Nihayet âşık, mescitte, suya gark olmuş adam nasıl uyursa öyle uyudu. Gece yansı korkunç bir sestir geldi:

“Ey kendisine fayda dileyen, geleyim mi, geleyim mi?”

Bu şiddetli ses tam beş kere geldi, korkudan adamın yüreği param parça oluyordu. O iyi bahtlı konuk, sesi duyunca yerinden bile kıpırdamadı, dedi ki:

“Bu ses, bayram davulu sesi! Neden korkacakmışım. Tokmağı yiyen davuldur, o korksun.”

Yerinden fırladı, bağırdı:

“Ey ulu adam! İşte ben buradayım. Haydi, ersen gel.”

Tılsım birdenbire bozuldu, her taraftan altın dökülmeye başladı, öyle döküldü ki konuk, altın yığınından kapının bile kapanıp açılmayacağından korktu. Ondan sonra o kuvvetli arslan kalktı, tâ seher çağına kadar altını dışarıya taşımakla uğraştı. O canıyla oynayan er, korkakların rağmına definelere sahip oldu.

Her körün ve hakikatten uzak kalmış, altına tapan her kişinin hatırına, bu hikâyeyi duyunca derhal zahirî altın gelir. Lâkin bu altından murad zahirî altın değildir. Mesela; çocuklar saksıları kırar, o kırık parçalara altın adını takarak eteklerine doldururlar. Oyun oynarken o parçalara altın adını taktıkla¬rı için sen çocuğa ne vakit altın, desen; onun aklına saksı parçalan gelir. Fakat erlerin kastettikleri altın ne o altındır, ne bu altın..

Burada altından murat meskukât değil, tecelliyât-ı ilâhiyye’dir ki, gönül ve can ondan zenginleşir.


Share

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

*

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.