At hırsızı

Bu hikayeyi defalarca duymuştum. Yakın zaman’da bir yazarımız daha tekrarladı. Ben de paylaşayım istedim.

:: Tuareg > Sahara desert > North Niger > Africa ::

Çölde yaşayan kabilelerden birisinin, bu pek sevgili atına atlayarak tek başına çöle gezmeye çıkmış. Hayli zaman at koşturduktan sonra dönmek üzere iken uzaklarda hareketlilik dikkatini çekmiş. Çöl uçsuz bucaksız bir yerde bunun ya bir av ya da yardıma muhtaç birisi olduğunu düşünmüş. Yanına yaklaştığında gördüğünün yerde yatan bir insan olduğu ortaya çıkmış.

Atından inerek yerdeki adama yardıma gitmiş. Önce adamın nefes alıp almadığından emin olmak istemiş. Yerde yatan bedenin nefes aldığını görünce sevinip atının terkisinden su kırbası almak üzere iken, yerdeki mecâlsiz ve hasta adamı, o herkesten kıskandığı değerli atın üzerinde görünce şaşırıvermiş. Adam atı topuklayıp erişilemeyecek kadar uzaklaştıktan sonra dönüp, alay edercesine bakmış atın sahibine,

Atını o kadar seven sahibi bağırmak çağırmak yerine durduğu yerde ağlıyormuş.

– Ne oldu
diye seslenmiş hırsız, “Zoruna gitti de ondan ağlıyorsun değil mi? Sen ki bu atı kendi gözünden, evlâdından bile kıskanırdın ama bak, aklım ve çevikliğim sâyesinde şimdi benim oldu atın; ne kadar ağlasan yeridir!”

Atın sahibi gözyaşlarını silmiş; demiş ki, “Hayır ey hırsız, atımı çok severdim, doğrudur; senin onu benden çalman elbette gücüme gitti, fakat onun için ağlamıyorum.”

– Yaa, niçin ağlıyorsun öyleyse?

– Şunun için: Bu haber yarın etrafta duyulduğunda, senin nasıl bir hile ile atımı elimden kapıp çaldığın dilden dile dolaştığında bundan sonra çölde hiç kimse yerde yatan ve ölmek üzere olan gerçek ihtiyaç sahibine bir damla su vermeye çekinecektir. Üzüntüm ondan!

Share

Yorulmadan denemek

Yaşamın hızla tüketildiği bir dönemde hayatta hata yapmaktan çekinir bir hale geldik. Bana hangi kaynaktan geldiğini hatırlamadığım bu parça ümit verdi. Size de ilham olur diye paylaşmak istedim.

Abraham Lincoln © by Marion Doss

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Umutsuzluğa düşmeyen insan ender bulunur. Bizim başımıza ya da moral vermeye çalıştığımız bir tanıdığımızın başına da gelse,bunun cevabı bir kelimede saklıdır: azmetmek.

Pek az şey cesaret, ısrar ve azmin değerini, aşağıdaki adamın yaşam hikayesinin betimlediğinden daha iyi betimler (sağ taraftaki rakamlar olayların gerçekleştiği yaşları gösterir):

İş hayatında başarısız oldu 22
Meclis seçimlerini kaybetti 23
İş hayatında tekrar başarısız oldu 24
Meclise seçildi 25
Sevgilisi vefat etti 26
Sinir krizi geçirdi 27
Meclis Sözcüsü seçimini kaybetti 29
Seçici Delege seçimini kaybetti 31
Kongre seçimini kaybetti 34
Kongreye seçildi 37
Kongre seçimini kaybetti 39
Senato seçimini kaybetti 46
Başkan Yardımcısı seçimini kaybetti 47
Senato seçimini kaybetti 49
Birleşik Devletler Başkanı seçildi 51

Bu kayıtlar Abraham Lincoln’e aittir.

Önemli olan, eleştiri yapan kişi, yani ayağı takılan güçlü adama veya bir işi yapanın o işi nasıl daha iyi yapabileceğine işaret eden adam değildir.

Övgüye değer kişi, arenada fiilen yer alan, yüzü toz ve ter ve kana bulanmış, kahramanca çabalayan, çabalama sırasında hatalar ve eksiklikler olabildiği için üst üste hata yapabilen ve başarısızlığa uğrayan ama kendini işine vermesini bilen, haklı bir dava için kendini feda eden ve sonuçta başarılı olduğunda zaferin yüce duygusunu tadan, başarısız olduğunda ise yerinin, zafer veya yenilgiden bihaber, etliye sütlüye karışmayan insanların arasında olmadığını bilen kişidir.

Theodore Roosevelt
26. A.B.D. Başkanı

Share

Homo Academicus

Bu yazıyı yazarken bir otelin onlarca salonunda yüzlerce akademisyen dünya üzerindeki problemleri farklı perspektiflerden tartışıyorlar. Bu yazı bildiğim ya çok açıkca nasıl olduğunu anladığım için yazdığım yazılardan değil. Tam tersine yazarken düşünmek istediğim konulardan bir tanesidir. Başlık Pierre Bourdieu‘un aynı isimli eserinden alınmıştır. Şimdi bu kadar insan yazdıklarıyla ve çizdikleriyle neye hizmet ediyorlar? Niçin bu işi yapıyoruz? Para kazanmak için mi? Hayatı anlamak için mi? Merakımızı gidermek için mi? Öğrendiklerimizi öğretmek için mi? İtibar için mi? Yol göstermek için mi? Bilime ve bilim insanına gösterilen bu itibarın arkasında yatan sebep nedir? Çok okumuşlar yazık bunlara hürmet edelim mi? Ya da İslam dininin ve Osmanlı kültürü’nden gelen müderris’e hürmet edilir kıssaları mı… Rasyonalite’nin teolojik saygınlığı demeliyiz sanırım. Dedim ya kafam çok karışık! İlim ve Bilim arasındaki ayrımın ülkemizde geliştirilmiş güzide farklılığı..Devletlerin ya da ilgililerin kendi dediklerinden başka kimsenin söylediğine itibar etmeyişi Öte yandan bilgi üreten sosyal bilimci olunca daha itibarsızlaşması…

Aklımda yüzlerce soru var. Biz ne yapıyoruz? “Eğer öncelikle düşünüyorsak” diye cümleye başlayacakken yine bir sorunun altında ezildim. Bizdeki akademisyenler düşünüyor mu? Düşünmek ve sorgulamak arasındaki bağın içerisinde ne kadar özgürce düşünebiliyoruz? Düşünen, sorgulayan ve gerekirse cevabı için günlerce sorusunun ardından koşan kaç akademisyenimiz var?

Share