Bina ve Banisi-1

Mimari ve insanoğlu arasındaki ilişki oldum olası ilgimi çekmiştir. Bu yaz Cunda ve Ayvalık yöresine yaptığım kısa ziyaret sırasında evlere ve mimari yapılarına çok dikkatli baktım. Bu gözlemime İstanbul’daki Osmanlı mimarisi gözlemlerimle birleştirmeye çalıştır. Mimari iki unsuru bünyesinde barındırıyor; malzeme ve dizayn. Bu iki unsuru şekillendiren sonsuz nesneler olsa da ilk bakışta insan, ekonomi, kültür, iklim vs. gibi unsurların öne çıktığını görüyoruz.

İnsanların bir bölgede yaşarken kendi ihtiyaçlarına, ekonomik imkanlarına göre yaptırdıkları evlere bakıldığında Osmanlı imparatorluğu içinde Rum tabir edilen Ortodoks halkın ev mimarisinin çok farklı olduğunu gördüm. Öncelikle renklilik unsurunu tuğla’nın kırmızısı ile birleştirmişlerdir. Kırmızının monotonluğunu metal ve ahşap malzeme ile ortadan kaldırmışlardır. Mimari de bina büyüdükçe monotonluğu ortadan kaldırmak o kadar zorlaştığını düşünüyorum.

En büyük mimari yapılardan Süleymaniye camii’nde Mimar Sinan monotonluğu küçük çıkıntılarla ve akış çizgileriyle bozmuş ve bir ahenk yakalamıştır. Niye istanbul’da taş ve tuğla evlerin ağırlıkta olmadığını anlamakta zorlanıyorum.

Share

Sevdalı Başım

Ajda Pekka’ın yeni albümü “Cool Kadın”da çok güzel bir şarkı var. Ajda benim çok tarzım değildir. Hemen şarkının sözleri kimin diye baktımdığımda Zülfü Livaneli karşıma çıktı. Bence güzel olmuş, dinleyin bakalım hoşunuza gidecek mi?

Söz : Zülfü Livaneli / Müzik : Zülfü Livaneli

Yayınlayan © 2006 DMC

Ah benim sevdalı başım

Ah benim dünya telaşım

Ah benim sarhoşluğum

Ah çılgın yüreğim

Sus artık uslandır beni

Daha çok yalnız geçtim böyle

Kaç denizde yitip gittim

Kırılmış direkler yırtık yelkenlerle

Kaç seferden yorgun döndüm

Ah benim yaralı ruhum

Ah benim insan kusurum

Ah benim isyanlarım

Ah yalnızlıklarım

Gel artık uslandır beni

Ah benim iyimser yanım

Ah benim aldanışlarım

Ah benim kavgalarım

Ah pişmanlıklarım

Sus artık uslandır beni

Bu şarkıyı şuradan dinleyebilirsiniz.

Share

Puto vos esse molestissimos

*İşini elinin ucuyla yapanlar,

*Yaptıkları işe emeklerinin yanısıra ruhunu katmayanlar,

*İş yaptığı insanları, insan olarak değil ayaklı para olarak görenler,

*Kendilerini uyanık karşısındakini avanak zannedenler,

*Bugün yaparım geçer, bir daha nerede bu adamı göreceğim diye anlık fırsatlar peşinde olanlar,

*Yaptığı işten zevk almayanlar ancak başka seçenekleri olmadığı için icra edenler,

*Ruhlarının kokuşmuşluklarını mesleklerine yansıtanlar,

Sizden NEFRET EDİYORUM! duyuyor musunuz beni!

Madem hatalı bir seçim yaptınız, hatanızı telafi etmek için hiç bir zaman geç değildir. Batı hayranlığı diyeceksiniz ama lütfen dinler misiniz?

Türkiye’de bütün büyük mağazalarda müşteriye potansiyel hırsız gözüyle bakılır. Orta ve küçük ölçekli mağazalarda da tezgahtar ya da satıcı hemen yanınıza gelerek ne aradığınızı sorar?

Yurtdışında özellikle de Amerika’da hayat insan odaklı oluştuğu için gelen satıcı ne aradığınızı sormak yerine,

-Bu gün nasılsınız efendim? der. Siz de kibarca teşekkür edip karşılık verirsiniz. Satıcı yanınızdan ayrılmadan eğer yardıma ihtiyacınız olursa biz şuradayız, lütfen çekinmeyin diye de ilave ederler.

Yurtdışında samimiyet ve yüz-göz olma sınırları belirlendiği için sizinle sıkı bir muhabbete dalmazlar ama sizi yapacakları herşey hakkında bilgilendirirler.

Bir doktora gittiğiniz de doktor sizin eğitiminizin ne olduğuna bakmaksızın anlayabileceğiniz bir dille hastalığınızı ve tedavisini, alternatif yolları açııklar. Siz de kararınızı buna göre verirsiniz. Ancak Türkiye’de doktorlar gücü kendilerinden yana kullanarak, herşeyin iyisini takdir ettiklerini düşünerek hastayı bilgilendirmeyi tercih etmiyorlar. Bu sadece tıp için değil, bütün sektörler için geçerlidir.

KabloTV almak için bir postaneye gittiğiniz de hangi masaya başvuracağınızı bir türlü bilemezsiniz. Ez kaza birisine girersiniz ve sıranın size gelmesini beklersiniz, tam sonuca yaklaştım diye sevindiğiniz de beklememeniz gerektiğini ya da diğer masaya gitmeniz gerekiğini anlarsınız.En komiği de yarım saat beklemişinizdir, sıra size gelmiştir ama hiç bir açıklayıcı belge olmadığı için siz form doldurmanız ve nüfus kağıdınızın fotokopisini çektirmiş olmanız gerektiğini bilmediğiniz için işinizi tamamlayamamışınızdır.

Halbuki bir danışma ya da açıklayıcı belge olsa, bütün bunlar olmayacaktır.

Bence bütün bu aksiliklerin temelinde insana değer verilmemesi vardır. Hiç bir kurumda lütfen şurayı imzalar mısınız ifadesi duydunuz mu? Onun yerine şurayı imzalayın emirini duyarsınız. Ya da kendisine hizmet verdiği için veznedeki memura teşekkür eden bir banka müşterisi duydunuz mu?

Biz LÜTFEN ve TEŞEKKÜR EDERİM ve AFFEDERSİNİZ kelimelerini kullanmayı unutmuş kaba bir milletiz…

Bunun sebebi de yine İNSAN’a DEĞER VERMEMEK!

Eğer beni dinliyen birileri varsa orada, lütfen insana değer verin. Ancak böyle çevremizi ve ülkemizi kalkındarabiliriz.

William Shakespeare’in yazdığı ve Can usta’nın çevirdiği Vazgeçtim şiiriyle kendimi ifade etmek istiyorum.

Vazgeçtim bu dünyadan,

Tek ölüm paklar beni..
Değmez bu yangın yeri,
Avuç açmaya değmez..
Değil mi ki çiğnenmiş inancın en seçkini,
Değil mi ki yoksullar mutluluktan habersiz,
Değil mi ki ayaklar altında insan onuru..

O kızoğlankız erdem dağlara kaldırılmış..
Ezilmiş,hor görülmüş elemeği,göznuru,
Ödlekler geçmiş başa derken mertlik bozulmuş..
Değil mi ki korkudan dili bağlı sanatın,
Değil mi ki çılgınlık sahip çıkmış düzene,
Doğruya doğru derken eğriye çıkmış adın..
Değil mi ki kötüler kadı olmuş yemene..
Vazgeçtim bu dünyadan,
Dünyamdan geçtim ama ;
Seni yalnız komak var ya,o koyuyor adama..

Share