Gizliliğin dili

Her zaman kimseye söylemek istemediğim ama yazmak için can attığım duygularım oldu. Niye sakladığımı bilmem ama saklamak isterim. Bir ara Osmanlıca’yı kullanmıştım. Ama şimdilerde bilen sayısındaki artış beni terdigin ettiği için duygularımın harflerde çıplaklaşmasını istemediğim için yazmamayı istiyorum. Hatırlıyorum da ortaokul’da arkadaşlarla gizli bir yazım dili geliştirmiştik. Böylece aramızdaki yazışmaları bizim grubumuz dışında kimse anlayamazdı.

Dün yaptığım okumalar esnasında benzer bir durumun cinsiyete bağlı olarak geliştiğini gördüm. Çin’de genel olarak kullanılan yazı dili NanShu (Erkek yazısı)dir. Kadınların bu yazıyı öğrenme şansları olmadığı için kendi yazılarını geliştirmişler. Çin’deki Yao’ların kadınlarının geliştirdiği yazı erkekler tarafından okunamıyor. Fiziksel olarak bir engel olmamakla birlikte, sadece bilmedikleri için okuyamıyorlar. Sanıyorum ki, kadınlar sadece hemcinslerinin anlayabileceği hislerini bu yöntemle ifade etmeyi seçmişler. Kadınlara ait yalnızlık, melankoli ve hapsedilmişlik.. Araştırmacılar bu yazının kökenini Song hanedanına kadar sürebiliyorlar. Harem’deki kızların kardeşlerine yazmak için icat ettiklerini zannediyorlar. Kadınlar işlemelerin üzerine mesajlarını yazarak hemcinslerine dileklerini ilettiler. İkinci dünya savaşı sırasında ve Çin devrimi sonrasında kullanımı zaman zaman yasaklandı. Bu farklı dili canlandırmak için ve kalan yazıları, işlemeleri toplamak için müze kurulması gayesiyle Ford firması 209.000 Amerikan doları bağışladı. Bu dil’in kadınların eğitiminin gerektiği konusunda daha fazla gayretin gerekli olduğunu gösterdiğini zannediyorum.

Kaynak

Share

The Shattered Mirror

The little man who sang without ceasing

the little man who danced in my head

the little man of youth

broke his shoelace

and all he booths at the fair

all at once collapsed

and in the silence of this fair

in the desert of this head

I heard your happy voice

your torn and fragile voice

childish and desolate

coming from afar and calling me

and I put my hand upon my heart

where shivered

bloodily

the seven glass slivers of your starlit laughter.

Jacques Prevert

Share

Kitap nasıl okunmalı

Belki nasıl okunmasından önce neden kitap okunmalı diye sormalı. Sormalı ama kime?
Devlete soracak olsanız, milletimizin mitleri, kahramanlarımızın destanları okunmalıdır. Din adamları kutsal kitaplarında ısrar eder. İdeolojilerin demagogları, düşüncelerini yaymak ister. Kitap, tüketilen bir nesnedir Coca Cola, kot pantolon, kaset gibi; bundan para kazananlar da binbir tür reklamla bize neden ve hangi kitabı okumamız gerektiğini söyler. Modayı takip edercesine kitap okuyanların raflarındaki
kitaplar pek farklı değildir birbirlerinden.
C vitamini, cimnastik gibi, kitabın da faydalı olduğuna inanırız. Kendiliğinden menkul düşünce bekçilerimiz bizi ‘zararlı’ kitaplara karşı korumak için çırpınadursun, onlara karşı kendilerini tanımlamanın etkisiyle kitap sevenler sırf okudukları için üstünlük kompleksine bile kapılabilir. Anne babaların göğsü kabarır çocukları her kitap okuduğunda. Metrolarda, otobüslerde kitap okuyanların sayısını, bir ülkenin gelişmişliğinin ölçüsü olarak kabul ederiz kimin ne okuduğuna bakmadan. Oysa, genellikle aldığımız kitaplar, ‘Şu da okunmalı,’ ‘Bu da okunmalı’ya dayandığından, süpermarkette arabaya doldurduğumuz çamaşır tozu ile dondurulmuş mantı arasında yerini alır.
Bir de Schopenhauer’in söylediği gibi, bilge kişiler bile vardır ki aptallaşana kadar okur. Onlar için bilgi okudukları kitapların ölçüsüdür, insanın ne kadar çok kitap okursa o denli saygın olduğuna inanırlar, kitap insan için değil insan kitap için vardır.
***
En iyisi kendimize sormak neden kitap okuduğumuzu.
Okuduğum nice kitap var adını, yazarını, içindekileri hatırlamadığım. On binlerce yazar var, bir dönem tanınır gibi olmuş, zamanla unutulup gitmiş. Unutulacak yazarların, unutulacak kitaplarıdır okuduklarımızın, okuyacaklarımızın çoğu. Yazarın siyasi düşüncelerinin de rolü olabilir neyi okuyup okumayacağımızın belirlenmesinde.
Lakin, bunlar da neyin okunup okunmayacağının ölçüsü olmamalı.
Şimdi düşünüyorum da, daha seçici bir okur olsaydım, herkesin okuduğunu okumasaydım, günün kitaplarını okuyarak günün okuru olma gafletine kapılmasaydım, klasikler kelimesine kanmayıp kimin klasikleri diye sorsaydım, kim bilir, bir Eskimo’nun karın türlerini, balıkçının balıkları tanıdığından da öte, ben de kendi dünyamı kurabilir, bana özgü kitaplarla bu dünyamı zenginleştirebilirdim. Elbette kendime göre tuttuğum bu özgür yolda yeni tanıştığımız birinin zamanla başka arkadaşlarıyla da beraber olmamız gibi, bir kitap da bizi çok farklı başka kitaplarla tanıştırabilir. Bir romandan yola çıkıp, tarih ya da astronomiye de yönelebiliriz, yemek kitaplarına da şiire de.
Kimini beğenir kimini beğenmeyiz, ama bu, dış etkilerin değil özgür seçimimizin ifadesidir.
***
Kitap alırken kendimize özgü en doğru seçimi yaptığımızı sansak bile, her kitap alanın okuyanın kitap okumasını bildiğini de söyleyemeyiz.
Bir kitabı okumaya başladıktan sonra, yeterince gayret göstermeyip, hitap tarzı, dili, alıştığımızdan çok farklı diye çabucak bıraktığımızı, okunamayacak kitap yazmış diye yazarını küçümseyerek kendimizi aldattığımız gibi, hoşumuza gitmese de iş yarım bırakılmaz inadıyla sonuna kadar pek bir şey anlamadan okuduğumuz kitaplar da vardır.
İngiliz feylosofu Francis Bacon, bazı kitaplar bir an için tadımlık, bazıları bir çırpıda okunabilen, pek azı ise hazmetmek içindir der.

Gündüz Vassaf

Share