Bir Doktor ve Afrika’yı keşfetmenin hikayesi

Ben Dr. Fatih Adıbelli’yi İsrail’de tanıdım. Ein Kerem hastanesinde ihtisasını tamamlamaya çalışıyordu. Beraber aynı yemeği paylaştığımız günlerde oldu, beraber üzüldüğümüz anlarda.. Bu aralar çok sık görüşemiyor olsam da gönül beraberliğim devam ediyor. Tam da insan olmak ve yardım etmek kavramlarını düşünürken bana aşağıdaki mektubu yolladı.

Sağlık Bakanlığı,TİKA ve THY desteğiyle Kimse yokmu derneğinin organizasyonunu yaptığı Sudan-Darfur daki katarakt ameliyatı projesi için Güney Darfur’un Başşehri Nyala’dayım.

2 haftalık bir süre için geldim.Bu süre zarfında nelerle karşılaştığımı sizlerle paylaşmak istedim sıcağı sıcağına.Sıcak demişken burası cidden sıcak.Yani ben Adanalı olarak bunu söylüyorsam varın gerisini siz düşünün.

Öncelikle Sudan’ın başkenti Hartum’a geldim, İstanbul’dan 4 saat kadar sürüyor.

Hartum mavi ve beyaz Nilin birleştiği yerde kurulmuş her ikisinin ortası da filin hortumuna benzediğinden şehrin ismi buradan geliyor.

Şehir daha yeni yeni gelişiyor.Buralarda Türkler cidden seviliyor.

Ertesi gün Darfura gidiş iznim alındı ve uçağa bindim.1,5 saat kadar süren yolculuğun sonlarına doğru yere baktığımda bir anda kendimi National Geographic belgeselcisi gibi hissettim. Görüntü harbi Afrikaydı yani.

İner inmez hastaneye gidip baktık, hastanenin bir köşesi alınmış ve yeniden düzenlenmiş.

Ameliyat için sabah vizit yapılıyor önceden randevu verilen hastalara preop değerlendiriliyor, bir gün öncesinin postop muayeneleri yapılıp sonra da amelyat başlanıyor.

Tatil günü Cuma buradaki yerel bir yardım derneği tarama için hasta topladığını bildiriyorlar biz de gidip tarama yapıyoruz, o kadar çok insanda katarakt var ki sadece basit bir ışık kaynağıyla bakmanız teşhis koymak için yeterli oluyor.Buradaki yerel yardım derneği kendilerinde kayıtlı olan muhtaç insanların listesini tutuyorlar buraya yardım amaçlı gelen kuruluşlara hemen muhtaç insanları toplayıveriyorlar.Bize çok enteresan bir teklifte bulundular, “biz Türkçe öğrenmek istiyoruz bize Türkçe öğretmeni bulabilir misiniz?” Ben ne yapacaksınız Türkçe öğrenip diye sorduğumda yanıt çok daha ilgi çekiciydi. “Çünkü siz bize yardım ediyorsunuz, bize yardım eden kardeşlerimizin dilini öğrenmek isteriz”

Mahalledeki çocuklar, pazarda mango satıcısı, kızarmış çekirge satan çocuk.Kadınlar yüzlerine çarpı işareti veya çizgi tarzında işaretler yapıyorlar dövme yerine skar .

Burada bir sürü yardım kuruluşu var. Kızılay da bir sahra hastanesi açmış, göz hariç hemen tüm branşlardan hekim ve sağlık personeli kabul ediyor, gelenler iki aylığına geliyorlar.Bundan başka Kızılhaç da var.Yalnız en ilginci Alman İnsani Yardım kuruluşunun yaptığı, onlar tamirci göndermişler.Buradaki bozulan araba ve jeneratörleri ücretsiz tamir ediyorlar.

Siz parçasını alıyorsunuz onlar tamiratını yapıyorlar ve beş kuruş para alınmıyor.Şu anda Kimse yok mu derneğinin kullandığı aracı da onlar tamir etmişler.Yardım konusunda bizler biraz geç kalmışız.Bu imkandan ziyade zihniyet sorunu.Geçen sene Kongo’da sağlık taraması için gideceğimizi söylediğim bir hekim arkadaşımızın “Ne gereği var” dediğini işittiğimde kulaklarıma inanamamıştım.”Ne güzel yapıyorsunuz ben gelemeyeceğim” dese neyse, gitmediği gibi gidilmesini de uygun bulmuyor hazret.Buradaki Kızılay’da görevli olan doktor arkadaşlarla konuştuğumuzda da üzülerek iki aydır orada olmalarına rağmen Büyükelçinin bırakın ziyaret etmeyi, bir kez olsun telefonla dahi kendilerini arayıp “bir şeye ihtiyacınız var mı?” diye sormadığını söylediler.Hadi diğerleri devlet kuruluşu değil anladık ama bu Kızılay yahu.

Her şeye rağmen buraları görmek gerekiyor. Bu insanlara verebileceğimiz çok şey var, onlardan öğreneceğimiz de çok şey var. Çok kısa bir mail yazmak istemiştim lafı uzattım kusura bakmayın.

Hekim arkadaşlar Sağlık Bakanlığının sayfasından, (Göz hekimi ise derneğin sayfasından) başvuru yapabilirler.

Hekim olmayanlar da derneğin sayfasına girip bağışta bulunabilirler.(Bir kişinin ışığa kavuşmasının bedeli bir depo benzinden ucuz.)

Sağlıcakla kalın,

Share

Anton Starkopf ve ağaçtan heykeller

Esasında Anton Starkopf ve eserleri hakında çok bilgi sahibi değildim. Estonya’ya erasmus’a giden Ali sayesinde öğrendim. Ağaçtan bu güzel eserleri yapmasını ve kompozisyonlarını dokunaklı buldum. İşin erbabı arkadaşların bu konuda ne düşündüklerini de merak etmiyor değilim.

Anton Starkopf, 22 Nisan 1889’da doğdu ve 30 Aralık 1966 tarihinde Tartu’da öldü. Genelde eserlerini ekspresyonist olarak ve bahçeler gibi yerlerde sergilenmek üzere dizayn ettiği belirtiliyor. Ben sözü kısa tutup eserlerini paylaşayım ve kararı siz verin.

Share

Gitmek

Bugünlerde herkes gitmek istiyor.
Küçük bir sahil kasabasına,
Bir başka ülkeye, dağlara, uzaklara…

Hayatından memnun olan yok.can yücel resimleri, fotoğrafları
Kiminle konuşsam aynı şey…
Herşeyi, herkesi bırakıp gitme isteği.

Öyle “yanına almak istediği üç şey” falan yok.
Bir kendisi.
Bu yeter zaten.
Her şeyi, herkesi götürdün demektir.
Keşke kendini bırakıp gidebilse insan.
Ama olmuyor.

Hadi kendimize razıyız diyelim, öteki de olmuyor.
Yani herşeyi yüzüstü bırakmak göze alınmıyor.

Böyle gidiyoruz işte.
Bir yanımız “kalk gidelim”,
öbür yanımız “otur” diyor.

“Otur” diyen kazanıyor.
O yan kalabalık zira…
İş, güç, sorumluluk, çoluk çocuk, aile,
Güvende olma duygusu…
En kötüsü alışkanlık.
Alışkanlığın verdiği rahatlık,
Monotonluğun doğurduğu bıkkınlığı yeniyor.
Kalıyoruz…
Kuş olup uçmak isterken, ağaç olup kök salıyoruz.

Evlenmeler…
Bir çocuk daha doğurmalar…
Borçlara girmeler…
İşi büyütmeler…
Bir köpek bile bizi uçmaktan alıkoyabiliyor.

Misal ben…
Kapıdaki Rex’i bırakıp gidemiyorum.
Değil bu şehirden gitmek,
İki sokak öteye taşınamıyorum.
Alıp götürsem gelmez ki…
Bütün sokağın köpeği olduğunun farkında,
Herkes onu, o herkesi seviyor.
Hangi birimizle gitsin?

“Sırtında yumurta küfesi olmak” diye bir deyim vardır;
Evet, sırtımızda yumurta küfesi var hepimizin,
Kendi imalatımız küfeler.

Ama eğreti de yaşanmaz ki bu dünyada.
Ölüm var zira.
Ölüme inat tutunmak lazım,
İnadına kök salmak lazım.

Bari ufak kaçışlar yapabilsek.
Var tabii yapanlar, ama az.
Sadece kaymak tabakası.
Hepimiz kaçabilsek…
Bütçe, zaman, keyif… Denk olsa.
Gün içinde mesela…
Küçücük gitmeler yapabilsek.

Ne mümkün.
Sabah 9, akşam 18
Sonra başka mecburiyetler
Sıkışıp kaldık.
Sırf yeme, içme, barınmanın bedeli
Bu kadar ağır olmamalı.

Hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz.
Bir ömür karşılığı, bir ömür yani.
Ne saçma…
Bahar mıdır bizi bu hale getiren?
Galiba.

Ben her bahar aşık olmam ama
Her bahar gitmek isterim.
Gittiğim olmadı hiç,
Ama olsun… İstemek de güzel.

Can Yücel

Bu şiiri bahara girdiğimiz günlerde kendi hislerine tercüman olduğu için bizimle paylaşan arkadaşa selam olsun!

Share