Dinlemek…

Bir gün padişah uykusunda mana görür ve uyanınca sadrazamına: “kalk gidiyoruz” der. tebdil-i kıyafet giyinip rüyasında gördüğü yere, şimdiki unkapanı’nda bir yerlere gelirler. geldikleri yerde yaşlı bir adamın ölmüş olduğunu görürler. cenazeyi, hem padişahı tanıyacak insanların olmadığı hem de güzel bir cami olan fatih camii’ne kaldırırlar ve etrafa bu adamın kim olduğunu sorarlar.

kimi der ki: “sarhoşun tekiydi. ne zaman müslüman mahallesine şarapçı girdiğini görse elindeki tüm şarapları alırdı.”
kimi der ki: “kadın düşkününün tekiydi. çok zaman evine o malum kadınları alırken gördük”
kimisi der ki: “camide hiç görmezdik, binamazın teki idi.”

sonrada sorup soruşturup evini bulurlar ve karısıyla konuşurlar. işin iç yüzünü karısı anlatır: “benim kocam müslüman mahallesine içki girdiğini görünce hepsini kendisi alıp dökerdi, müslümanları bir kereliğine daha içki içmekten alıkoyduk derdi.”
– peki kadınlar?
– onları da parasını verip eve alırdı. ben onlara kıssalar, mavallar okurdum. çoğunu da kurtarmıştır.
– iyi ama hiç namaz kılmaz diyorlar?
– o her namazını ayrı bir camide kılardı. çoğunlukla da uzaktaki camilere giderdi. buradaki camiye seyrek uğrardı.
– iyi ama herkes onu kötü biliyor. bir gün ölecek olsa cesedinin ortada kalacağını hiç düşünmedi mi?
– düşünmez olur mu? ben ona derdim, bey insanlar seni hep yanlış tanıyor bir gün başına birşey gelse kim sana sahip çıkacak derdim.
– peki o ne derdi?
– ne diyecek, “hanım!” derdi: “padişahın işi ne?”

Share

Kelebeklerin aklı benim

Biliyorum böyle değildi bu şarkının adı, Ezginin Günlüğü’nde..Bu bencil başlık beni cezbetti…

uyanir geceyarisi yoktan sevda yaparim
adamim bu küçük islere ben bakarim yanarim
adamim bu küçük islere ben bakarim yakarim
dilsizler bana danisir kelebeklerin akli benim
gemilerle her gece ben çok uzaklardan dönerim
çagirirlar küçük adimi karapakiden ben akarim
adamim bu küçük islere ben bakarim yanarim
adamim bu küçük islere ben bakarim yakarim

benim adim ebruli biraz gerçek bira rüya
yalanimi sevsinler asksiz dönmüyor dünya
benim adim ebruli biraz gerçek biraz rüya
yalanimi sevsinler yalansiz dönmüyor dünya
kalbim sevda kuyusu her gün yoldan çikarim
adamim bu küçük islere ben bakarim yanarim
adamim bu küçük islere ben bakarim yakarim
dilsizler bana danisir kelebeklerin akli benim
gemilerle her gece ben çok uzaklardan dönerim
sen unut geçmisini ben aklimda tutarim
adamim bu küçük islere ben bakarim yanarim
adamim bu küçük islere ben bakarim yakarim

Share

Bir esre ve üstün hikayesi…

(Kaynak: http://www.roslin.com)

Ben’i yazacaktım. Yazının başında ve sonunda ben olacaktım. Fütursuzca bencilliğimi anlatmayı ve aslanlığın narsizminin yelkenlerini bencillik rüzgarıyla doldurmayı hayal ediyordum.
Nazım’ın kelimeleriyle:

bir şeyler yazmalıyım
bir şeyler yazmalıyım yüzde yüz yalansız
bir şeyler yazmalıyım
hiçbir şeyi önceden düşünmeden
cigaramın dumanı
yoktur yarin imanı
bir şeyler yazmalıyım
masamın üstünde gördüklerimi değil
parmaklarımı değil
bir şeyler yazmalıyım
içimde bir şeyleri yakalayarak
kova salıp içimdeki kuyuya su çekmeliyim.

İçimdeki karanlık kuyulara su damlasıyla ses verecektim. Böylece içimdeki aşkın acısını yazmanın yollarında tüketecektim. “Eğer aşıksanız, sevdiğinizin eksiklerini, hatalarını, göremez, gördüklerinizi affedersiniz. Aşkınız sürdüğü sürece sorun yoktur. Ancak aşkın bittiği yerde, artık o sevilene bağımlı hale düşmüşseniz vay halinize! Kimi kez zevkten, çoğu kez sıkıntıdan kahrolarak , yanarak tutuşur, ama ne kadar terk ederseniz, o kadar çok dönersiniz ona! “

Buket Uzuner benim halimi anlatmıştı sanki.. Bencillik dairemde benim hikayem diye düşündüm önce.. Sonra aynılığımızı anladım. Benzerliğim bana farklılığı düşündürdü.  Aşık’la Maşuk’un farkını.. Doğu’yla Batı kadar uzak oluşumuzu…Ama aynı çiçekte döllenip meyva’ya duruşumuzu..Korkularımızın ortaklığını…Cennet ile Dünya kadar uzak olduğumuzu hatırlattı bana..
Eğer cennetse, ben dünyayım. Cennet gece ile gündüzü, soğuk ile sıcağı, zamanı ve mevsimleri simgeler..
Dünya ise büyükle küçüğü, tehlike ile güvenliği, açık alanla dar geçişleri, hayatın ve ölümün şansları gibi mesafeleri buluşturur. Cennetle Dünya’yı birleştiren Tûba ağacı bizimkisi…Meyvaları Cennet’te kökleri Dünya’da bir ağaç.. Zeytin kadar aziz ve Nar ağacı kadar bereketli.
Farklılığımız birlikte bulduğumuz ahengin vazgeçilmez cazibesini tarif edemiyordum. Her kaçışta daha da ahenklenirken her neyse bu adını koyamadığım.. Neden diyordum Cennet ve Dünya birleşti..? Ateş ile su..
Medet dedim, dalları sallandı ağacın…Mesnevi cevap verdi..
“Mesnevi’de anlatıldığı üzere bir gün bir bilge, kendi türleriyle uçmayı reddeden iki ayrı cins kuşa rastlar yol kenarında. Hayli merak eder bu iki farklı yaratığın nasıl olup da kendi aileleriyle, ait oldukları yerlerde yaşamak istemediklerini, nasıl olup da bir “yabancı”yı kendi kardeşlerine yeğlediklerini. Biri karga, biri leylek… O kadar farklıdır ki kuşlar, ihtimal veremez birbirlerini sevdiklerine, türdeşleriyle değil de birbirleriyle uçmayı yeğlediklerine. Öyle ya karga dediğin kargalarla uçmalıdır, leylek dediğinse leyleklerle. Yaklaşır ve merakla inceler kuşları. Ta ki her ikisinin de topal olduğunu keşfedinceye kadar. O zaman anlar ki birlikte kaçar, birlikte uçar, beraber yaşamaları beklenenlerin yanında tutunamayanlar. O zaman anlar ki, sahip oldukları değil, sahip olmadıklarıdır kimilerini birbirlerine yakın kılan.(E.şafak)”

Ha Cennet ile Dünya Ha Karga ile Leylek; ya da Zeytin ile Nar….İşte bir kelime ha sin ha be ama hep en….

Share