If (Eğer)

Kipling’in eğer şiirini çok severim. İnsan olabilmenin ne kadar zor olduğunu anlatan enfes eserlerden birisidir. Çok yakın zamana kadar Bülent Ecevit’in çevirisini yaptığını bilmiyordum. Adam gibi Adam olmak ismini çok yakıştırdığımı söyleyemem. Ama karar sizin…

IF

IF you can keep your head when all about you
Are losing theirs and blaming it on you,
If you can trust yourself when all men doubt you,
But make allowance for their doubting too;
If you can wait and not be tired by waiting,
Or being lied about, don’t deal in lies,
Or being hated, don’t give way to hating,
And yet don’t look too good, nor talk too wise:

If you can dream – and not make dreams your master;
If you can think – and not make thoughts your aim;
If you can meet with Triumph and Disaster
And treat those two impostors just the same;
If you can bear to hear the truth you’ve spoken
Twisted by knaves to make a trap for fools,
Or watch the things you gave your life to, broken,
And stoop and build ’em up with worn-out tools:

If you can make one heap of all your winnings
And risk it on one turn of pitch-and-toss,
And lose, and start again at your beginnings
And never breathe a word about your loss;
If you can force your heart and nerve and sinew
To serve your turn long after they are gone,
And so hold on when there is nothing in you
Except the Will which says to them: ‘Hold on!’

If you can talk with crowds and keep your virtue,
‘ Or walk with Kings – nor lose the common touch,
if neither foes nor loving friends can hurt you,
If all men count with you, but none too much;
If you can fill the unforgiving minute
With sixty seconds’ worth of distance run,
Yours is the Earth and everything that’s in it,
And – which is more – you’ll be a Man, my son!

Rudyard KİPLİNG (1865-1936)


ADAM GİBİ ADAM OLMAK

çevrende herkes şaşırsa bunu da senden bilse
sen aklı başında kalabilirsen eğer
herkes senden kuşku duyarken hem kuşkuya yer bırakır
hem kendine güvenebilirsen eğer
bekleyebilirsen usanmadan
yalanla karşılık vermezsen yalana
kendini evliya sanmadan
kin tutmayabilirsen kin tutana
düşlere kapılmadan düş kurabilir

yolunu saptırmadan düşünebilirsen eğer
ne kazandım diye sevinir ne yıkıldım diye yerinir
ikisini de önem vermeyebilirsen eğer
söylediğin doğruyu ve gerçeği büken düzenbaz
kandırabilir diye safları dert edinmezsen
ömür verdiğin işler bozulsa da yılmaz ve
yeniden koyulabilirsen işe
döküp ortaya varını yoğunu
bir yazı turada yitirsen bile
yitirdiklerini dolamaksızın diline
baştan tutabilirsen yolunu
yüreğine, sinirine “dayan” diyecek
direncinden başka şeyin kalmasa da
herkesin bırakıp gittiği noktaya
sen dayanabilirsen tek başına
herkesle düşüp kalkıp yine de erdemli kalabilirsen
unutmayabilirsen halkı krallarla gezsen de
dost da düşman da incitemezse seni
ne küçümser ne de büyültürsen çevreni
her saatin her dakikasına
emeğini katarsan alın terine
hakçasına bölüşürsen vicdanındaki adaleti
her şeyiyle dünya önüne serilir
korktuğun yerde el öpmez
hükümran olduğun yerde ezmezsen
oğlum adam oldun demektir

Üstelik ADAM GİBİ BİR ADAM

Şiir: Rudyard KİPLİNG (1865-1936)
Şiir çeviri: Bülent ECEVİT

Share

Değerini Bilmek

Benim hoşuma gitti. Benzer binlerce hikaye duyuyoruz. Ancak kolayca aklımızdan çıkıp gidiyor. Eğitimde insanlara değer vermedikleri ya da değerini takdir edemeyecekleri konular öğretiyorsak ve bunlar itibar görmüyorsa belki bizim de suçumuz vardır. Bizim suçlu olmamız, öğrenenlerin tamamıyla suçsuz olduğu anlamına gelmemektedir.

Vaktiyle ergin bir şeyh, yıllarca yanında yetiştirdiği müridini imtihan etmek ister. Onun eline iri bir pırlanta verip: “Oğlum” der “Bunu al, önüne gelen esnafa göster, kaç para verdiklerini sor, en sonra da kuyumcuya göster. Hiç kimseye satmadan sadece fiyatlarını ve ne dediklerini öğren, gel bana bildir.”

Mürit elinde pırlanta bir bakkal dükkânına girer ve “Şunu alır mısınız?” diye sorar… Bakkal parlak bir boncuğa benzettiği mücevheri alır; elinde evirir çevirir; sonra: “Buna bir tek lira veririm. Bizim çocuk oynasın” der. Mürit teşekkür edip çıkar. Bir manifaturacıya gider. O da parlak bir taşa benzettiği mücevhere ancak bir beş lira vermeye razı olur. Üçüncü olarak semerciye gider: Buna ne verirsiniz?” diye sorar Semerci şöyle bir bakar, “Bu der “benim semerlere iyi süs olur. Bundan “kaş dediğimiz süslerden yaparım. Buna bir on lira veririm.”

Mürit en son olarak kuyumcuya gider. Kuyumcu mücevheri görünce yerinden fırlar. “Bu kadar büyük pırlantayı nereden buldun?” diye hayretle bağırır ve hemen ilâve eder. “Buna kaç lira istiyorsun?” Mürit sorar: Siz ne veriyorsunuz?” “Ne istiyorsan veririm.” Mürit, “Hayır veremem.” diye taşı almak için uzanınca kuyumcu yalvarmaya başlar: Ne olur bunu bana sat. Dükkânımı, evimi, hatta arsalarımı vereyim.” Mürit emanet olduğunu, satmaya yetkili olmadığını, ancak fiyat öğrenmesini istediklerini anlatıncaya kadar bir hayli dil döker.

Şeyhinin yanına dönen mürit büyük bir şaşkınlık içinde macerasını anlatır. Şeyh sorar: “Bundan ne anladın?” Müridin verdiği cevap çok doğrudur: “Bir şey ancak değerini bilenin yanında kıymetlidir.” Şeyh ilave eder: “İşte oğlum sen de, sana verdiklerimi, bildirdiklerimi ve öğrettiklerimi onun kıymetini bilmeyenlere verme.

Eğer bir kimseyle mutlaka bir şey paylaşabilmeyi istiyorsan, önce o vermek istediklerinin kıymetini tanıt, saygıyı öğret ve onlarla sonra paylaş” Niceleri vardır ki, nadide güllerden meydana gelen şahane gül bahçesini, dikenli otlardan meydana gelmiş otlar sanır da çiğner geçerler.”…

Share

hey gidi gidi koca dünya gam yükü müsün

Dünya handır han içinde
yaşar o ruh can içinde
rüya gibi gelir geçer
insanoğlu gam içinde
dertli ağlar dertsiz ağlar dünya içinde

hey gidi gidi koca dünya
gam yükü müsün
söyle fani dünya söyle
dert küpü müsün

dünya döner değirmendir
insan içinde çavdardır
bu gün gelir yarın gider
dolup boşalan bir handır
dertli ağlar dertsiz ağlar dünya içinde

hey gidi gidi koca dünya
gam yükü müsün
söyle fani dünya söyle
dert küpü müsün

söz: nail bayşu
müzik: orhan gencebay

Share