Kadınlarımız

8 Mart bir yana kadınlar ne olduklarını tanımlayamadığımız varlıklarımız…Annemiz, kız kardeşimiz, teyzemiz, halamız, kuzenimiz, yeğenimiz, eşimiz, dostumuz…herşeyimiz…Adını koymak zor..Biz erkeklerin anlayamadığı bir düzlemde ve farklı algılarla hayatı okuyorlar ve anlıyorlar. Bütün bu tanımsızlıklar içinde onlara gereken önemi vermediğimizi biliyorum. Bir günde olsa onlar için hayatın yaşanabilir olmasını diliyorum. Nazım’ın şiirinde kadın şöyle tanımlanmış:

Kimi der ki kadın
Uzun kış gecelerinde yatmak içindir.
Kimi der ki kadın
Yeşil bir harman yerinde
Dokuz zilli köçek gibi oynatmak içindir.
Kimi der ki ayalimdir,
Boynumda taşıdığım vebalimdir.
Kimi der ki hamur yoğuran.
Kimi der ki çocuk doğuran.
Ne o, ne bu, ne döşek, ne köçek, ne ayal, ne vebal.
O benim kollarım, bacaklarım, başımdır.
Yavrum, annem, karım, kızkardeşim,
Hayat arkadaşımdır.

Bir de Güldünya’lar var, hayatımızda…
Güldünya’yı unuttunuz mu, bilmiyorum. Unutmamanız için Güldünya’ya mektuplardan en güzel olanını beraber okuyalım.

Sevgili Güldünya,

Sen daha önce hiç mektup aldın mı? O kısa hayatına kaç mektup sığdırdın? Senin hayatın mektuplara sığar mı, Güldünya? Dünyada şiddete maruz kalan tüm kadınlar, aslında aynı ülkede yaşar. Bu ülkenin sokaklarında, yara izlerini örtmek için makyaj yapmış kadınlar dolaşır. Sokakta karşılaşan her kadın, kendinden bilir o boyanın altında ne olduğunu. Bu maskeye sadece bu ülkenin çorak topraklarında yetişen erkekler kanar. Bu erkekler yaralar açar, yaraları kapatmak için yapılan makyaja tapar. Erkeklerin arasında, bir kadının yaraları tekrar tekrar böyle kanar.

Bu ülkede sokağa çıkabilen kadınlar, her akşamüstü karanlık çökmeden eski bir oyunu oynar, Güldünya. Hava kararmadan eve dönme oyununu herkes çocukluğunda öğrenir, ama sadece kız çocukları hayat boyu oynamaya devam eder. Oyunun kuralları, hileleri, müzik kesildiğinde sandalyeye oturma oyununu hatırlatır. Müzik kapandığında, hava karardığında açıkta kalınmamalıdır. Müzik kesildiğinde oturmaya hazır olmak için nasıl bir sandalyeye yaklaşılır, etrafında oyalanılırsa, kadınlar da havanın kararacağını anladıklarında apar topar evlerinin olduğu mahalleye döner. Kadınlar aceleci adımları müziğe uymadığı için durdurulamaz. Mahalleden ayrılmayıp oyunbozanlık yapanlar suçlanamaz. Kadınlar bu oyunu karanlıktan korktukları için oynamaz, Güldünya.
Işık kapatıldı; sokaklar karanlık şimdi. Eve dönemeyen kadının yarın daha çok makyaj yapması gerekecek. Bu evlerde her akşam toplanılır. Konuşulmaz, sadece nefes alınır. Bu gürültülü solumalardan, sessiz iç çekişlerden evlerin camları buğulanır. Buğulanan camlara kadınlar sevdiklerinin isimlerini yazmasınlar diye “yarın yapılması gerekenler” yazılır. Ertesi gün pencereden sokağa bakmak isteyen kadına yapılması gerekenler engel olur. Hep yapılması gerekenler bitmeden akşam olur, yine toplanılır, yine nefesler alınır. Artık sevdiklerinin ismini camın buğusuna yazmak kadınların aklından geçmez.

Camlarında kuralları yazılı bu evlerin camları silinmez, pencereleri açılmaz; içerisi havalandırılmaz. Kadınlar her gün yakınlarının nefesleriyle boğulur. O kadar çok penceresiyle bu ev, sokağı görmeyen dört duvar olur. Evlerin duvarları incedir, bu duvarları geçebilen yine de sadece sestir. Komşu kadının çığlığı televizyon sesiyle bastırıldıktan sonra uyunabilir. Bu evlerde uyuyabilmek için, önce vicdanı uykuya yatırmak gerekir. Güldünya, burada da, her gece kadınlar uykuya dalar. Rüyalarında yaralarını yamar. Ama aslında üstünde incecik örtüyle, olası katilinin yanında savunmasız yatar. Bu ülkede de, birisini öldürmeden kimse katil diye anılmaz. Belki bu yüzden kadınlar öldürülene kadar katillerine koca, baba, ağabey, dayı, amca demek zorundadır. Bu evlerde geceler, gündüzler, yıllar geçer. Zaman içinde, havalandırılmayan evin kokusu, evde en çok zaman geçirmek zorunda kalanların; kadınların üstüne siner. Kadınlar üstlerine sinen bu koku yüzünden evin dışındayken bile evi unutamaz. Yakınlarının nefeslerinin kokusu burnundayken, nefesleri de ensesinde gibidir. Bu yüzden kadınlar evin içinde; onların gözü önünde nasıl davranıyorsa, evin dışında da öyle davranmak zorundadır. Kadınlar üstlerinde evin kokusuyla fazla uzağa gidemez. Kokuyu tanıyanlar onu ele verir. Bu koku yüzünden Bitlis-İstanbul arası 1505 km. olmaktan çıkar. Bu ülkede hiçbir yer o kadar uzak olamaz.
Ve Sevgili Güldünya, bu ülkedeki kadınlar hiç mektup almaz. Çünkü onlar kimsenin “sevgili”si olmaz. Sen, Güldünya? Sen daha önce hiç mektup aldın mı?
Güldünya, ağabeylerin yol ortasında seni neden kalçandan vurdu? Kuzeninin kocasının sana tecavüz etmesinden, kalça hareketlerini sorumlu tuttukları için mi? Tecavüzden geriye kalanı, evlenmeden bu kalçaların arasından doğurduğun için rni? Ağabeylerin seni neden vurdu, Güldünya? Sağ kalçanı kim kanattı, Güldünya? Bedenini yağmalarken onu sıkıca kavrayan akraban mı, yol ortasında oraya kurşun sıkan ağabeyin mi, yoksa hastanede orayı sarıp sarmalayıp korumayanlar mı? Güldünya, kim canını daha çok acıttı?

Annen mezarının başında sadece senin için mi ağladı, Güldünya? Bir anne kızının katiline her gün yemek hazırlamak zorunda kalır mı? Silahı verenle koyun koyuna yatar mı? Bir anne için kurbanla katili aynı karında taşımış olmak, yeterince ağır bir yük değil mi? Annen mezarının başında kimin için ağladı, Güldünya?
Sadece senin canın mı yandı, Güldünya? Başka kimler, aynı evde yaşadıkları için katillerine yakalandılar? Kimler tanıdık bir yüz olduğu için katillerini tanıyamadılar?
Alicia Aristregui, İspanya. 2004. Ayrıldığı kocası tarafından bıçaklanarak öldürüldü. Birgül Işık, Elazığ. 2005. Katıldığı televizyon programında şiddet gördüğünü söylemesinin ardından, sokakta oğlu tarafından öldürüldü.
Cheagh Rooteh, Irak. 1993. Yabancı bir adamla konuştuğunu gören babası tarafından öldürüldü.Çiğdem İnce, İzmir. 2003 Evlilik dışı hamile kaldığı için ağabeyi tarafından öldürüldü.Dilber Kına, İstanbul. 2001. Erkeklerle gezdiği için babası tarafından baltayla öldürüldü. Evrim Sarıçiçekler, İstanbul. 2005. Ailesinin karşı çıktığı birisiyle evlendiği için ailenin görevlendirdiği birisi tarafından öldürüldü.Fadime Şahindal, İsveç. 2002. İsveçli bir genci sevdiği için babası tarafından öldürüldü, Güldünya Tören, İstanbul, 2004.Hatun Sürücü, Almanya, 2005. Zorla evlendirildiği akrabasından boşandıktan sonra bir “Alman gibi” yaşadığı için sokakta ağabeyi tarafından öldürüldü.Ivy Blore, Kanada. 2004. Aile içi şiddet kurbanı.
Kadriye Demirel, Diyarbakır. 2003. Tecavüze uğrayıp hamile kaldıktan sonra ağabeyi tarafından öldürüldü.
Leticia Aguliar, Amerika. 2002. Aile içi şiddet kurbanı.
Maria Terasa Carlson, Filipinler. 2001. Evliliği boyunca şiddete maruz kaldı. Sonunda 23. kattan atlayarak intihar etti.

Nadia Anjuman, Afganistan. 2005. Afganistanlı şair, kocası tarafından dövülerek öldürüldü. Olivia Hodson, Amerika, 1999. Aile içi şiddet kurbanı.
Pınar Kaçmaz, Diyarbakır. 2002. Evden kaçıp mankenlik ajansına başvurduğu için babası ve ağabeyi tarafından öldürüldü.

Rukhsana Naz, İngiltere. 1998. Evlilik dışı hamile kaldığı için annesi ve ağabeyi tarafından boğularak öldürüldü.
Sevda Gök, Şanlıurfa. 1996. Pastaneye gittiği gerekçesiyle bir yakını tarafından öldürüldü. Şemse Allak, Mardin. 2002. Evlilik dışı ilişkiye girdiği gerekçesiyle taşlanarak öldürüldü. Tasleem Begum, İngiltere. 1995. Erkek arkadaşı olduğu için kuzeni tarafından arabayla defalarca ezilerek öldürüldü.
Ursula Allen, Amerika. 2002. Aile içi şiddet kurbanı.
Victoria Anna, Amerika. 2002. Aile içi şiddet kurbanı.
Yeşim Sağlam, Adana, 1998. Kocasını terk edip sevgilisiyle beraber olduğu için babası ve kocası tarafından öldürüldü.

Zehra Karagöz, Şanlıurfa, 2003. Başka erkeklerle beraber olduğu söylentileri üzerine kocası tarafından kalbinden bıçaklanarak öldürüldü.
Alfabenin tüm harflerine kan bulaşmışsa, pekâlâ aynı harfler bu kez acıya ortak olmak için bir araya gelebilir. Bu mektupta da senin için bir araya geldiler, Güldünya. Tüm bu harfler, üstlerine bir daha kan bulaşmasın; bu mektuba sığmayan liste daha da uzamasın dileğiyle toplandı. Simdi artık hepsi dağıldı, geriye sadece son olarak

sana sunu söylemek isteyen harfler kaldı:

Güldünya, sen ağlarken, güler mi hiç bu dünya? (Ezgi Kızmaz, İzmir, Güldünya’ya mektuplar yarışması birincisi)

Sözlerimi Aylin Aslım’ın yasaklı şarkısının sözleriyle bitireyim:

canım abim vurma beni
bu dünyadan alma beni
dökülür mü kardeş kanı

bir karında yatmadık mı
bir anadan doğmadık mı
bir memeden doymadık mı

binbir yarayla tek bir kurşunla gitti güldünya
kim farkında kimin umrunda yandı bir dünya

seni gönderene söyle
köydeki büyük meclise
söyle daha çocuk yaşta
üstüme çıkan herife

eğer böyle ölürsem
iki elim yakanızda
hayaletim gezer
düşer peşinize

binbir yarayla tek bir kurşunla gitti güldünya
kim farkında kimin umrunda yandı bir dünya

binbir yarayla tek bir kurşunla gitti güldünya
kim farkında kimin umrunda söndü bir dünya

Share

Gelin tanışalım-Ece Temelkuran

Okumak ve yazmak konusundaki takıntım bir yana…Hayatın kıyısında zaman zaman durabilmek takdir ettiğim bir harekettir. Bazen karmaşanın içinde o kadar kayboluyoruz ki, başlangıç noktamızı ve hedeflerimizi unutuyoruz. Dinlenmek için sırtüstü yüzmek yeterli olmuyor. Kıyıya çıkıp, nereden geliyoruz ve nereye gidiyoruz diye yorumlamamız gerekiyor. Hatta etrafımızdaki insanların neler yaptığını da düşünüp, arkadaş listemizi yenilememiz gerekiyor, sanırım…

Fatih Akın’ın Yaşamın Kıyısında filmini de sevmiştim. Ece Temelkuran’ın yazdığı bu yazı bana dokundu…Paylaşayım dedim!

MERHABA. Tanışalım. Dilerseniz şöyle yapalım, önce ben biraz kendimden söz edeyim. Baktınız hoşunuza gitti, belki siz de biraz kendinizden bahsedersiniz. Tanışmış oluruz. Tanışmak iyidir nereden baksan. Ya bir ihtimal daha elenir hayattan ya da bakarsın, belli mi olur canım, iyi bir şey de
çıkabilir bu işin altından.

Hakkımda türlü cilalı rivayet vardır, kulak asmayın. Ben, yeryüzü kayıtları tutan
biriyim. “Hakikat işçisi” deyin, “yazı gündelikçisi” deyin. Bakarsın bir gün gelir,
şu enayi insanlığın durumu biraz olsun iyileşir diye kâh efkârla, kâh neşeyle 
bekleyen biriyim. Söyleyeyim de yükü kalksın üzerimden. Televizyonda reklamlarımı yaptılar sağolsunlar, o kadar da “dünyayı kurtaran kadın” olmayabilirim. Kafam bozulduğunda sadece ağaçlara ve çocukların espri
yeteneğine inanan biriyim. Ve ben de tıpkı sizin gibi, ancak şansım yaver giderse güzel fotoğraflarıma benzerim.

Epi topu iki kötü alışkanlığım var. Birincisi sigara içerim. Rahatsız olursanız
söndürürüm. Ama çaresi yok, ikincisinin dumanı size de gelir. Kusura bakmayın, bazen tütünü değil insanın kalbini yakan hikâyelerden bahsederim. Söndürürseniz rahatsız olurum.

Hiç belli olmaz. Bakarsın, sırta havlu koyan anne elinden, bahar gelince yola
çıkmanın rüzgârından, günahın sevaptan hep daha tatlı olduğundan, insanın gönlü birine kayınca nar gibi dağılan kalbinden, bir kızın eteği uçuşunca dünyanın fazladan iki tur daha attığından söz edebilirim. Sonra bir daha bakarsın ki… Allah allah? İşten atılınca yakılan sigaranın dumanını, dağlarda bir çocuğun nasıl parçalandığını, bambaşka ülkelerde yaşayan insanların
kederini, “Ne olacak arkadaş bu memleketin hali”ni, efendilerin kibrine
duyduğum tiksintisiyi anlatmışım. Vallahi cânım efendim, ne yalan söyleyeyim, söz veremem.

En bozulduğum şey bir ömürde tek bir hayat olmasıdır. Bunu sıklıkla söylerim.
Anaokulundayken ismimi “Aydeniz” olarak değiştirmiş olmam bu talihsizliğe karşı ilk şanlı direnişimdir. En ciddiye aldığım şey yazıdır. Kelimeleri ve sözleri son derece ciddiye alırım.
Kadınlar, dünya üzerinde yaşayan, verilmiş sözlere inanan son canlı türüdür. Bunun da mesela yeterince ciddiye alınmadığını düşünürüm.
En sevmediğim şey öfkeli yazılar yazmaktır ve bunu gerekli sıklıkta yaparım.
Sabah kalkınca siz de onu görürsünüz ve “Oh be!” dersiniz, yalnız değilim. Böylece ikimiz beraber öfkeleniriz, bunu severim. “Oh be!” derim, “Dünya varmış”!
En sevdiğim şey kuzinedir. Bayılırım kuzineye. Kuzinenin kenarında şöyle
lezzetli bir yazı yazayım mesela, o sırada da dünyada kimsenin, bilhassa da çocukların başına kötü bir şey gelmesin, mutlu olabilirim. Gerçekleşmesi zor hayaller kurmaktan korkmadığım belli olmuştur herhalde.
En ilginç bulduğum şey insanlardır. Hepimizin sevilmemekten bu kadar çok
korkması ve sevilmek için bu kadar az şey yapması, sorarım size, enteresan değil midir? Ve günün birinde nasılsa bir enayinin bizi yine de sevmesi ve bunun bizim yüzümüzden olduğunu sanmamız… Garip değil mi şimdi bu?

Bu köşenin adının “Kıyıdan” olmasının sebebi de şudur, meraklısına söyleyeyim: Her şeyi görebilecek kadar yakında, günü gelince çekip gidebilecek kadar uzakta durmayı iyi bilirim. Az şeyi iyi bilirim, ama bilmediğimi bilirim, bu da önemlidir. Herkesin her şeyi olabileceği ama rezil
olamayacağı bir ülkede, kelimeleri ciddiye alan insanları hayal kırıklığına uğratmaktan hâlâ korkarım. Sanırım sadece bir tek de bundan korkarım. Ben de işte böyle biriyim. Ya siz azizim, siz nasıl birisiniz allasen?

Yazının orjinalini buradan okuyabilirsiniz.

Share

Yasaklarla yaşamak

Sigara yasaklarını için bir sürü yorum yapıldı. Sevin ya da sevmeyin bir yöntem tercih edildi. Her zamanki gibi ifratlarda çözümler aradık. Ben bu konuda gösterilen hassasiyetin eğitimde ve sağlıkta gösterilmediğine inanıyorum. Benim Bostancı sanayii’deki oto tamircisi ustam, “insanlar arabalarının kaportalarındaki çiziklere dikkat ettikleri kadar çocuklarının karakterlerine ve eğitimlerine dikkat etmiyor” der, her zaman. Doğru olduğunu zannediyorum.
Bu sigara yasağının en komik tarafı da televizyon kanallarında gösterilen filmlerdeki sigaraların çeşitli yöntemlerle kapatılması olduğunu düşünüyorum.
CNBCE, bu konuda bir ilke imza atarak tütün ve tütün mamüllerini çiçekle kapatıyor. Hem çok ilginç hem de çok ironik…
Sizce?

Share