Sana Bir Tanrı Getirdim

Hani o iki kişilik dünyalar bizimdi

Hani sen iyiydin

Halden anlardın

Hani sen git demiyecektin bana

Ve ben herşeye rağmen gelecektim

İçimde bir umut

Ellerimde olgun meyvalar

Dünya nimetleri

Gözlerimde yanıp yanıp sönen bir pırıltı

Ama ne sen gel dedin

Ne de ben gelebildim herşeye rağmen

Aşkımız ayrılıklarla başladı

Deli dolu akan nehirlerden tas tas sular içtik

Öyle ateşlerle doluydu yüreklerimiz öyle tutkundu

Karlı dağların serinliğinde uyurduk geceleri

Deniz fenerinin ışığında yıkanırdık

Köpükten bir çalkantıydı içimizde zaman

Ne yana baksak denizdi maviydi ışıktı

Sonra bir çaresizlikti zifir

Akıntıya kapılmış gemiler gibiydik

Bir org çalınır gibi yanıbaşımızda

Öyle kendinden geçmiş öyle başıboş

Öyle derin duygular içindeydik anlatılmaz

Sarhoş rüzgarlara bıraktık kendimizi

Aldığını geri vermez dalgalara

Görmediğimiz ülkeler gördük gün doğusunda

Tatmadığımız yemişlerden tattık günahkar olduk

Alevden bir tasta eridi günler

Bir cehennem ateşiydi aşk içimizde

Hiç sönmeyecekmiş gibi yanıyorduk

Tutsaklığımız nasıl başladı bilinmez

Paslı demir kapılar kapandı üstümüze

Taş duvarlarda kayboldu boğuk seslerimiz

Çaresizliğimizi bize aynalar söyledi inanmadık

Kuşatıldık ansızın kederle ayrılıkla

Aman vermez karanlıklar sardı dört yanımızı

Yalnızlık bir ağrı gibi çöktü başımıza

Uyuduk bir daha uyanamadık

Şimdi bir kutup var sana çeker beni

Bir kutup var senden öteye

Ben onun için böyle ortalıklarda kaldım

Dağ yollarında caddelerde sokaklarda

Onun için bulup bulup yitirdim seni

Hangi kapıyı çaldıysam sen açtın bana

Hangi gözümü yumduysam seni gördüm

Zamandın zamandan öte bir şeydin

Yıllarca bir meşale gibi yandın uzaklarda

Bu manyetik alanda boğulmam senin yüzünden

Bu zincirleri sen vurdun ellerime

Sen getirdin bunca karanlıkları

Al şunu mum yak

Korkuyorum

Bir taş aldım attım denize

Günahlarımdan kurtuldum

Alfabenin yirmisekizinci harfindeyim

Öteye gidemem

İtme beni

Benim de bir insan tarafım vardı

Bakma böyle kötü olduğuma

Benim de dileklerim vardı

Benim de bir beklediğim vardı yaşamaktan

Yeter artık vurma yüzüme çirkinliğimi

Hergün bir kadın ağlar benim yüzümde

Büyük dertler için benim ellerim

Anlamıyor musun

Sen sevildiğin için güzelsin bu kadar

Ben sevilmediğimden böyle çirkinim

Bütün kötü yerlerde ben korkarım

Biliyorum

Bir hayvan leşiyim öleli kırk gün olmuş

Fabrika bacalarında bir kara dumanım

Zehirim akrep kuyruklarında

Kötüyüm sevemediğin kadar

Öyle fenayım

Kapanmış bıçak yaralarında

Bu pis çöp tenekelerinde unut beni

Unut artık

Bayat bir ekmek gibi

Çürümüş bir elma gibi

Sarı badanalı evlerde kazanlar kaynar

Sarı badanalı evlerde günahlar işlenir her gece

Sarı badanalı evlerde ölüler yıkanır

Sarı badanalı evleri sev biraz

Bu evlerde zaman benim akşamlarımdır yitirilmiş

Bu kazanlarda benim gözbebeklerimdir kaynayan

Bu sarılarda benim yüreğim bir ölür bir dirilir

Anladım

Bu dünyada benden başka kimse yok beni anlayan

Tosca’ dan bir arya hatırlıyorum şimdi

Sus biraz

Ensemde bir akrep yürüyor

Bırak yürüsün

Sabaha asacaklar beni

Dokunma

Yedi canım vardı ikisi gitsin

Bunca ölümler az gelir bana

Kalbimi yardım

Bir damla kan aktı

Kutuplara kar yağıyordu

Üşüdüm

Failatun vezniyle seni çağırıyorum

Bana imbiklenmiş yeşilliğini getir

Dur gitme

Beş kuruşum vardı kaybettim

Dur gitme

Isırgan otlarından kurtar beni

Deniz analarının gözlerini çaldım

Sana bakmak için

Güneşi üçe böldüm

Al biri senin olsun

Yüzümde beş bıçak yarası var

Bir de sen vur

Barut kokusunu severim

Bir portakalı dilim dilim soy

Acıktım

Tut ki ben yoğum artık yeryüzünde

Tut ki bir marul yaprağıydım

Öldüm

Al şu serçe parmağım sende kalsın.

Ben kötüyüm

Allahsızım

Korkunç çirkinim

Ben seksensekizinci tul dairesiyim

Sağ gözümün üç kirpiğini kestim

Al

Ben lanetlendim

Chopin’ in cenaze marşı çalınıyor

Ölüler ayağa kalktı

Görüyor musun

Şu soldan ikinci benim

Senin yüzünden öldüm

Şimdi seni getiriyorlar karanlığıma

Ağlıyorum

Biraz sev beni

Gül biraz

Yaklaş biraz

Seni affediyorum

Kuşkonmaz dallarına astım kendimi

Sedir ağaçlarına gül yapraklarına

Başımı taşlara vurdum

Gözbebeklerimde büyük camlar parçalandı

Tanrısal duygular içindeydim

Bütün tanrısızlığımdan uzakta

Bir kemiklerinin sertliğini aldım

Bir teninin aklığını

Sonra sıcaklığını dudaklarının

Gel bak

SANA BİR TANRI GETİRDİM

Gel bak

BİR TANRI YARATTIM SENDEN.

(Ankara, 1957)

.

Ümit Yaşar Oğuzcan

Share

Antalya’da baharı yakaladım

Çarşamba sabahı erkenden gün doğmadan Şile’deki biricik üniversitemin tanıtım programı dahilinde Antalya uçağına bindim. Gün doğarken güzel bir Antalya sabahına merhaba dedim. Benim bir zamanların küçücük şehri artık beton yığınlarının arasında kalabalıklar arasından ezilmekten korkan ve nefes alamayan bir çocuk kadar çaresizdi. Ama benim şehrimin baharı bütün şehirlerden farklıydı. Benim şehrimin kokusu turunçtu, portakaldı, limondu,bergamottu. Bütün güzelliklerin içinde denizi Akdeniz kadar maviydi. Bulutar en az Toroslar kadar yüksekti.

Antalya’daki önemli özel ve devlet okullarını gezdik. Gençlerimiz yorgun ve kafaları karışık; neden olduğu konusunda bir sürü fikrim var. Ama bu hamur çok su götüreceği için geçeceğim. Üniversitedeki öğrencilerimde de karşılaştığım benzer bir durum var. Gençlerimiz galiba hayal fukarası… Hayalleri olanları seviyorum. Antalya’dakib bir özel okuda öğrencilerden birisi üniversitemize cilt bakım bölümü açıp açmayacağımızı sordu. Biz de hep bir ağızdan hayır dedik. Herşeyde olduğu gibi bölüm açma konusunda da üniversitelerin dozu kaçırdığını düşünüyorum. Bu konuda akademisyenler olarak belirli bir dozu tutturmamız gerektiğine inanıyorum.

Akşam kısa bir gezi yaptığımda kekik ve portakal çiceği kokusunun birbirine karıştığını duydum.. Gündüz muhteşem mor salkımları ve Erguvanları ağaçlarını seyrettim. Antalya bize rağmen hala yeşil.. Benim çocukluğumun Antalyası olmadığı kesin.. Portakal bahçeleriyle dolu, gönülleriyle konuşan sıcak ve candan Akdeniz insanlarını pek bulmak mümkün olmuyor.. Ama orası benim…

Ben Antalya baharı buldum…

Share

Ben sana mecburum

ben sana mecburum bilemezsin

adını mıh gibi aklımda tutuyorum

büyüdükçe büyüyor gözlerin

ben sana mecburum bilemezsin

içimi seninle ısıtıyorum

ağaçlar sonbahara hazırlanıyor

bu şehir o eski istanbul mudur?

karanlıkta bulutlar parçalanıyor

sokak lambaları birden yanıyor

kaldırımlarda yağmur kokusu

ben sana mecburum sen yoksun

sevmek kimi zaman rezilce korkuludur

insan bir akşam üstü ansızın yorulur

tutsak ustura ağzında yaşamaktan

kimi zaman ellerini kırar tutkusu

birkaç hayat çıkarır yaşamasından

hangi kapıyı çalsa kimi zaman

arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu

fatih’te yoksul bir gramafon çalıyor

eski zamanlardan bir cuma çalıyor

durup köşe başında deliksiz dinlesem

sana kullanılmamış bir gök getirsem

haftalar ellerimde ufalanıyor

ne yapsam ne tutsam nereye gitsem

ben sana mecburum sen yoksun

belki haziranda mavi benekli çocuksun

ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor

bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden

belki yeşilköy’de uçağa biniyorsun

bütün ıslanmışşın tüylerin ürperiyor

belki körsün kırılmışsın telâş içindesin

kötü rüzgâr saçlarını götürüyor

ne vakit bir yaşamak düşünsem

bu kurtlar sofrasında belki zor

ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden

ne vakit bir yaşamak düşünsem

sus deyip adınla başlıyorum

içim sıra kımıldıyor gizli denizlerin

hayır başka türlü olmayacak

ben sana mecburum bilemezsin..

.

Attila İlhan

Share