Bir Kuşun Resmini Yapmak İçin / Jacques Prévert

Önce bir kafes resmi yaparsın

Kapısı açık bir kafes

Sonra kuş için

Bir şey çizersin içine

Sevimli bir şey

Yalın bir şey

Güzel bir şey

Yararlı bir şey

Sonra götürür bir ağaca

Asarsın bu resmi

Bir bahçede

Bir koruda

Ya da bir ormanda

Saklanır beklersin ağacın arkasında

Ses çıkarmaz

Kımıldamazsın

Kuş bazen çabuk gelir

Ama uzun yıllar bekleyebilir de

Karar vermezden önce

Yılmayacaksın

Bekleyeceksin

Yıllarca bekleyeceksin gerekirse

Resmin başarısıyla hiç ilişiği yoktur çünkü

Kuşun çabuk ya da yavaş gelmesinin

Geleceği olup da geldi mi kuş

Çıt çıkarmak yok

Kafese girmesini beklersin

Girdi mi kafese fırçanla

Usulcacık kapısını kaparsın

Sonra kuşun bir tüyüne dokunayım demeden

Bütün kafes tellerini teker teker silersin

Yerine bir ağaç resmi yaparsın

Dallarının en güzeline kondurursun kuşu

Tabii ne yapraklarının yeşilini unutacaksın

Ne yellerin serinliğini

Ne de yaz sıcağındaki böcek seslerini

Otlar arasında.

Sonra beklersin ötsün diye kuş

Ötmezse kötü

Resim kötü demektir

Öterse iyi olduğunun resmidir

İmzanı atabilirsin artık

Bir tüy koparırsın usulca

Kuşun kadından

Ve yazarsın adını resmin bir köşesine.

(Çeviren: Sabahattin Eyuboğlu)

Ben yine de İngilizce’sini de koymak istiyorum. Eminim Fransızcasını tercih edersiniz ama 🙂

 

 

TO PAINT THE PORTRAIT OF A BIRD

First paint a cage

with an open door

then paint

something pretty

something simple

something beautiful

something useful

for the bird

then place the canvas against a tree

in a garden

in a wood

or in a forest

hide behind the tree

without speaking

without moving…

Sometimes the bird comes quickly

but he can just as well spend long years

before deciding

Don’t get discouraged

wait

wait years if necessary

the swiftness or slowness of the coming

of the bird having no rapport

with the success of the picture

When the bird comes

if he comes

observe the most profound silence

wait till the bird enters the cage

and when he has entered

gently close the door with a brush

then

paint out all the bars one by one

taking care not to touch any of the feathers of the bird

Then paint the portrait of the tree

choosing the most beautiful of its branches

for the bird

paint also the green foliage and the wind’s freshness

the dust of the sun

and the noise of insects in the summer heat

and then wait for the bird to decide to sing

If the bird doesn’t sing

it’s a bad sign

a sign that the painting is bad

but if he sings it’s a good sign

a sign that you can sign

so then so gently you pull out

one of the feathers of the bird

and you write yours name in a corner of the picture

(translated by Lawrence Ferlinghetti)

 

Share

Desem ki!

Desem ki vakitlerden bir nisan akşamıdır

Rüzgarların en ferahlatıcısı senden esiyor

Sende seyrediyorum denizlerin en mavisini

Ormanların en kuytusunu sende görmekteyim

Senden kopardım çiçeklerin en solmazını

Toprakların en bereketlisini sende sürdüm

Sende tattım yemişlerin cümlesini

Desem ki sen benim için,

Hava kadar lazım,

Ekmek kadar mübarek,

Su gibi aziz bir şeysin;

Nimettensin, nimettensin.

Desem ki…

İnan bana sevgilim inan

Evimde şenliksin, bahçemde bahar;

Ve soframda en eski şarap.

Ben sende yaşıyorum,

Sen bende hüküm sürmektesin.

Bırak ben söyleyeyim güzelliğini,

Rüzgarla nehirlerle, kuşlarla beraber.

Günlerden sonra bir gün,

Şayet sesimi fark edemezsen

Rüzgarların nehirlerin kuşların sesinden,

Bil ki ölmüşüm.

Fakat yine üzülme müsterih ol

Kabirde böceklere ezberletirim güzelliğini

Ve neden sonra

Tekrar duyduğun gün sesimi gök kubbede

Hatırla ki mahşer günüdür

Ortalığa düşmüşüm seni arıyorum

Cahit Sıtkı TARANCI

Share

YAŞAMAYA DAİR


1

Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi mesela,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani bütün işin gücün yaşamak olacak.

Yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani o derecede, öylesine ki,
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde.

Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak yanı ağır bastığından.

1947

2

Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız,
yani, beyaz masadan,
bir daha kalkmamak ihtimali de var.
Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini
biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına,
hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden,
yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğiz
en son ajans haberlerini.

Diyelim ki, dövüşülmeye deşer bir şeyler için,
diyelim ki, cephedeyiz.
Daha orda ilk hücumda, daha o gün
yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün.
Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu,
fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz
belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu.

Diyelim ki hapisteyiz,
yaşımız da elliye yakın,
daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının.
Yine de dışarıyla birlikte yaşayacağız,
insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla
yani, duvarın ardındaki dışarıyla.

Yani, nasıl ve nerede olursak olalım
hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak…

1948

3

Bu dünya soğuyacak,
yıldızların arasında bir yıldız,
hem de en ufacıklarından,
mavi kadifede bir yaldız zerresi yani,
yani bu koskocaman dünyamız.

Bu dünya soğuyacak günün birinde,
hatta bir buz yığını
yahut ölü bir bulut gibi de değil,
boş bir ceviz gibi yuvarlanacak
zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız.

Şimdiden çekilecek acısı bunun,
duyulacak mahzunluğu şimdiden.
Böylesine sevilecek bu dünya
“Yaşadım” diyebilmen için…

Nazım HİKMET

Share