Ben bu evi sevdim

Şimdiye kadar bu sayfada bir çok ev dizaynı gösterdim. Aşık olduklarım ve hoşlandıklarım vardı. Bu da onlardan birisi:

Kendimi bir anda şu mangalın başında ısınırken, kahvemi yudumlarken ve kitabımı okurken hayal ettim. İsterseniz rüzgarın yapraklarla çaldığı şarkıyı diinleyin, isterseniz bir Cohen şarkısı ruhunuzu okşasın ılık ılık!

Dağdaki bu silo’dan yapılmış evin resimlerini buradan bulabilirsiniz. Ayrıca bu projeyi yapan ekibin dizaynları için de lütfen şuraya bakın.

Share

Stalin’in Tavuğu


1917’de, Sovyet Devrimi’ni yapan Lenin’in ölümünden sonra iktidarı ele geçiren Sovyetler Birliği diktatörü Stalin, en katı uygulamaları planladığı çalışma odasına, yakın çalışma arkadaşlarını toplamış sohbet ederken, bir ara ayağa kalkıp ellerini havaya kaldırarak herkesi susturur ve söze başlar:

“Saçını ihtilalde, halk içinde, devlet yönetiminde, bürokraside ağartmış dostlarım… Söyleyin bakalım, halkın yönetime baş eğmesi, kayıtsız şartsız itaat etmesi için yöneticiler ne yapmalı? Böyle güçlü bir idare tesis etmek için nasıl davranmak gerekir?”

Her kafadan bir ses çıkar. Kimisi adaletten, haktan, hukuktan söz eder.

Kimisi demokrasiden, insan haklarından bahseder. Kimisi sertlikten yana tavır alır.

Kimisi sürgünden, sehpadan, hapisten dem vurur.

* * *

Kitlesel baskı ve korku yaratmanın deha çapındaki diktatörü Stalin, adamlarının açıklamalarının hiçbirini beğenmez. Masadaki votka şişesi yarı yarıya boşalmıştır… Bir kadeh daha içki yuvarlayıp soğuk ve ürpertici bir sesle şöyle der:

“Yönetimi ele geçiren hükümdarın ya da o güçteki bir liderin Tanrı’dan pek farkı yoktur. Halk onu öyle görür. Önce bunu bilin… Sonra, insanların karşınızda baş eğip durması için ne yapmanız gerektiğini bırakın da ben, şu beyinsiz kafalarınıza çivi gibi çakayım!”

Hakaret ağır olmasına rağmen herkes memnun memnun sırıtır. Stalin’den hakaret işitmek bile onlar için önemli bir iltifat gibidir.

Stalin, hizmetkárlardan birini çağırıp emreder:

“Çabuk bana bir tavuk getirin!”

* * *

Aceleyle bir tavuk kapıp getirir uşaklar…

Stalin, adamlarının gözleri önünde tavuğun tüylerini canlı canlı yolmaya başlar.

Diktatör, bütün tüyleri yolunup cascavlak kalan tavuğu odanın ortasına salıverir:

“Şimdi izleyin bakalım nereye gidecek bu şaşkın tavuk?”

Zavallı tavuk içine düştüğü azaptan kaçıp kurtulayım diye aralık kapıdan dışarı kaçar, soğuktan tir tir titrer, dönüp masaların altına girer, köşeli masa ayakları canını yakar, duvar diplerine koşar, tüysüz kanatları yara bere içinde kalır, şömineye yaklaşır, tüysüz derisi kavrulur…

Sonunda çaresiz, tüylerini yolan Stalin’in bacakları arasına sığınıp saklanır.

O zaman Stalin, cebinden bir avuç yem çıkarıp yolunmuş tavuğun önüne tane tane atar. Yemlenen tavuk bundan sonra, Stalin nereye yönelse peşinden koşar!

Ağızları bir karış açık kalan dostlarına bakan Stalin, alaycı bir gülüşle şöyle der:

“Gördünüz mü? Halk dediğiniz topluluk bir tavuk gibidir. Tüylerini yolup aldıktan sonra onu serbest bırak. O zaman yönetmek o kadar kolay olur ki…”

BİR SORU DA BENDEN: BU HİKAYEDEKİ TAVUK SİZE TANIDIK GELİYOR MU?

Bu yazı tamamıyla Rahmi Turan’ın köşesinden alınmıştır. Yazının tamamını okumak için http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=10753836&yazarid=228 adresine gidebilirsiniz!

Share

What we call the beginning is often the end -T. S. Eliot

What we call the beginning is often the end
And to make and end is to make a beginning.
The end is where we start from. And every phrase
And sentence that is right (where every word is at home,
Taking its place to support the others,
The word neither diffident nor ostentatious,
An easy commerce of the old and the new,
The common word exact without vulgarity,
The formal word precise but not pedantic,
The complete consort dancing together)
Every phrase and every sentence is an end and a beginning,
Every poem an epitaph. And any action
Is a step to the block, to the fire, down the sea's throat
Or to an illegible stone: and that is where we start.
We die with the dying:
See, they depart, and we go with them.
We are born with the dead:
See, they return, and bring us with them.
The moment of the rose and the moment of the yew-tree
Are of equal duration. A people without history
Is not redeemed from time, for history is a pattern
Of timeless moments. So, while the light fails
On a winter's afternoon, in a secluded chapel
Share