Bu sabah güneşin gözümle dans eden hüzmeleriyle uyandım..Gözlerimde uykusuzluktan mı yoksa uykunun hüzünlü vedasından mı anlayamadığım yanma hissiyle gözlerimi açtım. Hayal ettim..Gözlerimi kapattım ve hayal ettim..Noa’nın şarkısındaki gibi..Güneşi sevdim, dallarda açmş çiçekleri sevdim.. Yeni kesilmiş çim’in kokusunu, yağmur sonrası toprağın kokusunu, henüz demlenmiş çayın kokusunu, suyla buluşan kahvenin kokusunu, Boticelli’nin Venus’unun saçlarının kokusunu, Ada’da mimoza kokusunu, soğuk günlerde fulya kokusunu, Domates’ e saplanmış ful kokusunu , masumiyetinin kokusunu, gülüşünün kokusunun, yokluğundaki varlığını hissettiren kokunu duydum…
Dudağıma bir Sezen şarkısı konmuştu, durmadan tekrar ediyordum:
Kan ter içinde uykularından uyanıyorsan eğer her gece
Yalnızlık sevgili gibi boylu boyunca uzanıyorsa koynuna
Olur olmaz yere ıslanıyorsa kirpiklerin artık herşeye
Anneni daha sık anımsıyorsan hatta anlıyorsan
Kalbini bir mektup gibi buruşturulup fırlatılmış
Kendini kimsesiz ve erken unutulmuş hissediyorsan
İçindeki çocuğa sarıl
Sana insanı anlatır
Eller günahkar
Diller günahkar
Bir çağ yangını bu
Bütün dünya günahkar
Bir yudum çay ve zeytinyağı’na batırılmış bir lokma taze ekmek…Kudüs katığı biraz zahter…Zeytindağı’nın kokusu gibi geliyor ruhuma..
Davud’u ve Süleyman’ı andım..İsa’yı hatırladım.. Bu sabah bu bahar sabahı sensiz Kudüs kadar ağır geldi bana…
Dilimde “masum değiliz” hatıramda Kudüs…..