Keşke diyerek zebun etti felek!

Ne uzun cümleler kurmuştum. Ne nazlı kelimeleri yanyana dizip söylemek için hafızamda birleştirmiştim. İlk gördüğümde bir nefeste söyleyecektim. Karların erimesiyle güçlenmiş bir nehir gibi, susuzluktan içi kavrulmuş birinin suyu nefessiz içişi gibi, denizlerin kumsallara dalga dalga vuruşu gibi, günün hızlı batışı gibi, ilk yapılan her şeyin aceleciliğiyle çabucak ve acemice söyleyecektim.

Bütün manzumların arasından iki kelime kaldı nisyan ile malul hafızamda..Keşke ve korku..Bildiğim bütün cümleleri kurdum ancak bir araya getiremedim bu iki kelimeyi…Bütün hikayelerini okudum Şehrazat’ın yetmedi, Mevlana’ya sordum..Bütün doğru bildiklerime ve bütün kılavuz bildiklerime danıştım. İbrahim gibi yalnızca doğruyu aradım.. Doğu’nun ve Batı’nın bütün ariflerine ve bilgelerine sordum da bulamadım aradığım cevabı.. Nasıl keşke ve korku’dan bir cümle kurulur bahar mevsiminde bilemediler.. Erguvanlar açarken, Mor Salkımlar salınırken ve bademler beyaz çiçeklerle gelin edasıyla süslenmişken nasıl olurdu bu iki kelime.. Korkmayı biliyordum. Kendimden kardeşimden ve dostlarımdan ve senden biliyordum.. Birader ödünç alıyorum dizelerini:

Korkuyoruz belki de kaybetmekten,

Sessizliğin koruyuculuğunu,

Sükudun büyüsünü kaybetmekten…

Sonrasında kendimizi kaybetmekten,

Tekrar tekrar…

Baştan başa dönmekten,

Dünü, bugünü ve sonrasını

Yeni baştan okumaktan korkuyoruz…

Senden korkuyorum ben.

Benden korkuyorsun sen.

Bizden korkuyoruz biz…

Eğer kendi korkularımı daha iyi ifade edebilseydim.. Korkmak üzerine bir destan yazabilseydim.. Keşke demeden yazabilseydim. Sen benim yazdıklarımı okuyor olurdun..

Düz ve sade bir cümle istiyorsan eğer..Ben Sirse’ye aşık olmaktan korkuyorum..

Ama ben mağlup olmaktan korkmuyorum. Ben mağlupların zaferine inanan birisiyim. Benim için keşke yaşanabilirken yaşayamama zehiri…Yunus pişmanlığı keşke..Ferhat yorgunluğu, Mecnun hastalığı, bir fincan kahveden yudum almamanın pişmanlığı, bir kadeh şarabı denemekten korkmanın çekingenliği, İlahi bir sınavda doğruyla yanlışın anlam değiştirdiği Araf’ta seçememenin tedirginliği…

Ben keşke demekten korkuyorum..

Yavuz Sultan Selim, Şam yakinina otağını kurup burada üç ay kadar kalmış. Sultanın çadırını yapmakla görevli bir Türkmen kızı da zaman zaman padişahın otağının temizlik işlerini yaparmış. Yine bir sabah temizlik için geldiğinde Sultan Selimi görmüş. Türkmen güzelinin gönlü cihan padişahına su gibi akivermiş. Su akar yatağını bulur misali bu aşk, zaman ve mekan dinlemeden bütün kalbini sarmış Türkmen kızının…

İçindeki bu karşı konulmaz hislerini anlatmak için otağ direğinin üst kısmına söyle bir satır yazmış:

“Seven insan neylesin”

Yavuz Sultan Selim otağına geldiğinde direkteki yazıyı fark etmiş, “Bu da ne ola ki” diyerek uzun uzun düşünmüş. Ama o da eline kalemi alıp şöyle bir satır dizmiş aynı dizenin altına.

“Hemen derdin söylesin.”

Türkmen kızı ertesi gün gelip dizeyi gördüğünde aşkı gözyaşları olup inci inci dökülmüş. Küçük kalbi heyecandan göğsüne sığmaz olmuş. Geçmiş ve gelecek, yer ve gök, olan ve olmayan, kaf ve nun, alef ve elif, nefes ve ses, Kudüs ve İstanbul onun olmuş artık.. Fakat koskoca cihan sultanına ilân-i aşkta bulunmanın ne güç olduğunu hatırlayınca korkmuş. Önce Yavuz olan Selim’e bunu söylemenin ateş girdabına kendini atan pervanelerle aynı şey olduğunu düşünmüş..Sonra Fuzuli’nin beyiti gelmiş dudaklarına:

Aşıkım dersin belâyı aşktan âh eyleme

Âh edip ağyarı âhından âgâh eyleme.!….:

“Varsın olsun bu aşk, buna değer diye düşünmüş.” Aldığı mesaji heyecanla cevap yazmaktan kendini alamamış..Korkusuyla aşkının gücü arasında gitmiş gitmiş gelmiş.. Aşkının gücü, zoru ve korkuyu nefes nefes yaşayan o gencecik yüreğin imdadına yetişmiş ve hemen bir satır daha yazmış aynı direğe:

“Ya korkarsa neylesin”

Sultan çadıra geldiğinde not düştüğü direkteki satır gelmiş aklına nice sultanları hiddetinden titreten o koca hükümdar buğulu gözlerle dizeye bakmış..Aceleci bir telaşla hemen o satırın altına bir misra daha eklemiş:

“Hiç korkmasın söylesin.”

Direkte şimdi kimin efendi kimin bende olduğunun bilinmediği bir dörtlük duruyormuş:

“Seven insan neylesin,

Hemen derdin söylesin,

Ya korkarsa neylesin,

Hiç korkmasın söylesin!”

Sabahın sabırsızlıkla beklemiş Selim ve seher vakti sırdaşı Hasancan’ı huzuruna çağırmış, olayı anlatıp bir emir vererek:

“Biz dahi merak edip onu görmek isteriz tîz bu kızı huzura getirin.”

der.

Emir derhâl yerine getirilir. Ahu gözlü ceylân gibi bir Türkmen güzeli… Selim’in emriyle derhâl bir düğün yapılmış. Ahu gözlü Türkmen dilberinin “Aşk-ı Selim”le çarpan saf ve küçük yüreği bu sırrı kaldıramamış ve birden duruvermiş. Rivayet odur ki; “Koca hünkâr ağlamış” ve Türkmen kızına yaptırdığı mezar taşına, şu dörtlüğü hakkettirmiş:

Merdüm-i dîdeme bilmem ne füsûn etti felek

Giryemi etti füzûn eşkimi hûn etti felek

Şîrler pençe-i kahrımda olurken lerzân

Beni bir gözleri âhûya zebûn etti felek

Bunun bilinmezi olmaz ama keşke demekten korkanlar için şöyle diyeyim:

Bilmem, beni nasıl büyüledi felek

Kanlı gözyaşları dökerek devamlı ağlıyorum,

Aslanlar tir tir titrerken kahreden pençemde

Bir ceylan gözlünün esiri etti felek.

Share

2 thoughts on “Keşke diyerek zebun etti felek!”

  1. harika bisey yavuz sultan selim az surelik padisahlık yaptıysada dunyanın seyrini deistirmistir son derece buyuk bi hukumdardir kendisi

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

*

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.