Bahar gelirken gün’ün kollarında, toprağın kucağına benim payıma bir sonbahar hüznü çöktü..
Yaprak öldü
Toprak öldü
Kanım öldü
Sözüm öldü
ben öldüm…
Firavun ateşlerinden geçtim kibritlerin uçlarında yanar oldum..
Doldum…
Kalbim doldu
Hüznüm doldu
Miadım doldu
Ben doldum….
Ayazlı akşamlardan aklımda iki şey kalmış; bir sıcaklığın ve en az onun kadar sıcak portakal kokusu…
Ellerim kokuyor…ılık ılık kokuyor
Zaman mekikte bana acı dokuyor
Gözlerim açık, kalbim uyuyor..
Ay uyuyor
Yıldızlar prensi iniltileri duyuyor…
Ve sen, sen duymuyorsun…
Dalgalar gibi giderken kıyımdan ömrümün sevincini götürdün..
Gördün mü?
Deniz kabukları yokmuş artık kumsallarımda..
Ne de yıldızları…
Hatta dalgaların üstündeki yakamoz bile sahteymiş…
Ne diyeyim ben sana…
Ben erken gelmiş bahar dalının çiçeğiyim…
Bana muştu der kimileri…
Kimileri ağıt yakar…
Kimileri kızar
Kimileri seni sorar..
Ben küçük ve sessiz adımlarla hayatından çıkacağım..
Yavaş yavaş…Ne bana gidiyormuş gibi gelecek, ne de sana..
Aralık ayazında her seferinde bırakmaya söz verip de cigarasından son bir nefes daha çekenler gibi…
Son bir öpücük alacak ve gideceğim hayatından…
Ardıma bakmadan..Güzellikleri bozup, dağıtmadan..
Gideceğim, sen farkına bile varmadan…