Hasan Aksay benim Rusya merakım yüzünden ısrarla takip ettiğim yazarlardan birisidir. Bu gün yazdığı yazının bir kısmını okumanız gerektiğini düşündüm. Makalenin orjinalini buradan bulabilirsiniz.
Gece kelebeği
O bir “gece kelebeği”. (Rusya’da fahişelere böyle deniyor.) Ülkedeki yüz binlercesinden biri.
Sabaha karşı uyur, akşama doğru kendine gelir, geceleri yaşar. Makyajsızken kendisidir; makyajla birlikte güzelleşir, güzelleştikçe kendine yabancılaşır. Kim bilir, belki de makyajsızlıktır güzellik.
Ben “gece kelebekleri” ile “nasıl düştün bu yola?” söyleşilerinden nefret ederim. Dahası onların iş saatlerini boş gevezeliklerle kaplamayı doğru bulmam.
Ama o, müşteri olmadığımı söylediğim halde yanıma oturdu. Belki yine de beni “ikna edilebilir” buldu. Nasıl olduysa sözler hızla onun hayat hikâyesine doğru aktı.
17’sinde yaşamına giren ilk erkek onu bu işe zorlamış, satmış yani. Ama yine de ondan sımsıcak bir ses tonuyla söz ediyor. Acaba hâlâ seviyor mu ilk gözağrısını?
Şimdi üç yıl geride kalmış “kelebeklik”te. Çocuğuna ve annesine bakabiliyormuş. Aslında pek çok meslektaşı gibi “ABD’ye falan, en azından Türkiye’ye” gidebilirmiş. Zengin bir koca da bulabilirmiş. Ama olmamış işte.
Şimdilerde züğürt bir gence âşıkmış. Ona para yardımı da yapıyormuş. Gündüzleri görüşürlermiş. Hava kararınca aşk biter, seks başlarmış.
Hayır, aslında sevişmek denmezmiş yaptığı işe. Sevişmek ruhla olurmuş; o ise yalnızca bir bedenmiş, ruhsuz bir beden. Ve onunla yatanlar, aslında kendileriyle, kendi paralarıyla yatıyorlarmış.
Genellikle Batılı yabancılarla çalışırmış. Onlar daha cömert ve sorunsuzmuş. Doğulular ise hem cimrilermiş, hem de iş bittikten sonra kızın kendilerini nasıl bulduğunu mutlaka anlamaya çalışırlarmış.
Birkaç kez saldırıya uğramış, dayak yemiş, ırzına geçilmiş, poliste eziyet görmüş.
Bunları anlatırken sesi nasıl zayıflıyor, gözleri ne kadar buğulanıyor…
Aslında ne küçük ve cılız bir kız bu.
Elindeki sigara ona hiç uymuyor. Bir büyük kederlenmesi değil bu. Küçüklere ise kederlenmek hiç yakışmıyor.
Şimdi bu küçüğün saçlarını şefkatle okşasam belki afallar. Belki kendini yüzyıllardır kadın olarak hissettiği için, ona neden zavallı bir çocukmuş gibi davrandığıma şaşar. Belki ağlar…
“Yolcu yolunda gerek” gibi bir sözle veda etti bana. Yüzünden çok beden ölçülerine bakan bir grup neşeli erkeğin masasına gitti.
O, yanımda oturan kız değildi artık. Mesleki edasını takınmış, daha çekici ve kışkırtıcı olmuştu birdenbire. “Gece kelebeği” oluvermişti yani. Çıkarılmayı talep eden giysilerinin içindeki kokulu vücudu ticarete başlamıştı artık.
Ya ruhu? Belki ruhunun bir parçası benim masamda kalmıştı.
Belki de 17 yaşından gelen tertemiz bir rüzgâr, o dupduru ve makyajsız güzelliği, buradan çok uzaklara savurmuştu…