Bu günlerde bahar gelince gitmek istiyor insanın canı… Güneşe ve yeşile..Tomurcuğa ve çiçeğe…
Sizi Can Dündar’ın enfes yazısıyla başbaşa bırakıyorum.
Gitmek
Bahar geldi ya; sefer iştahımız kabardı yine… Latif bir rüzgâr, yaprakları hışırdatarak sokağa çağırıyor; çime, çiçeğe, denize karışmak istiyor insan…
En çok da gidemeyenlerin gidesi var; gidebilen çoktan gitmiş zaten…
Biz prangalılar kıvranıyoruz yollara düşmek için…
Ertuğrul Özkök geçen pazar “Ben gidiyorum” diye yazdı.
Sonra Başbakan kayboluverdi aniden; ilkyazda okul kıran talebeler gibi sırra kadem bastı.
Ben, açık denize açılacak bir gemiye bilet kestirdim.
* * *
Tehlikelidir gitmek…
Çarkların arasına sıkıştırılmış bir levye gibidir; kırar dişlileri…
Boş zaman, riskli zamandır; boşta kaldı mı sorgular insan aklı:
“Ne yapıyormuşum, kim için çalışıyormuşum, ömrümü neye harcıyormuşum ben…” diye düşünür. Başka dünyaları, farklı hayatları görür; dönmeyiverir alimallah…
Özendirir gitmeyenleri de; isyanı tetikler.
Köprüleri ateşe verdin mi, dönüşün yoktur.
Dönsen bile gidenle dönen aynı kişi değildir.
Yollar, bir hayli değiştirip geri yollar insanı…
* * *
20. asır, buldu insanın içindeki bu asi sefer emriyle baş etmenin yolunu…
“Tarifeli seferler” koydu.
Kaçış arzusunu ehlileştirdi.
Öyle köprüleri yakıp yalınkılıç, doludizgin, anadan üryan gitmek yok.
Artık “firar etmiyor”, “tatile gönderiliyor” günümüz insanı…
Attığı demirin izin verdiğince açılan bir gemi gibi; kopamıyor sığ sulardan, gitmekte kalıcı olamıyor.
Ne kadar süreyle, ne kadar uzağa gidebileceği önceden belirlenmiş mesaili bir seyahatte, kendisine ayırılan kumlarda oynuyor.
Giderken, taşıyor kendini de sepet gibi yanında; sepetin içinde huyları, tasaları, tiryakilikleri, lüksleri, rutinleri…
Paralarını sakladığı kesesi, en sevdiği elbisesi…
“Kalmalıydım” diyen vicdanının sesi…
Yürüse, geride bıraktıklarının gölgesiyle yürüyor; koşsa, prangası ayağından çekiyor.
* * *
Zaten öyle kuşatıldık ki; artık nereye gitsek, global köyümüzün benzer bir kulübesine çıkıyor yolumuz…
Aynı otel odaları, aynı müzik dalgaları…
Mesaiden kaçıp gittiğimiz yerde de “boş zaman” bırakılmıyor bize; birden boşluğa düşmeyelim diye…
Cep telefonu da geliyor tatile; internet de… Televizyon ve gazeteler de… “Gün boyu yapılacak etkinlikler”, “en uygun alışveriş yerleri”ni bildiren rehberler, indirimli tarifeler de…
“Tatilci çok uzağa da gitse, hayattan kopmasın, harcamadan caymasın” diye…
Bu kontrollü kaçışlarla, karadan fazla kopmadan denize açılmış gibi hissediyoruz, ruhumuzdaki isyan duygusunu yatıştırıyoruz, biraz dinleniyoruz, böylece dönüşte daha “verimli” oluyoruz.
* * *
Bu kapısız kıskaç, bazılarımızı ehlileştiriyor, bazılarını ise kıstırılmışlığı yarmak için daha da uzaklara gitmeye teşvik ediyor.
Ertuğrul Özkök, hemen döndü gittiği yerden…
Başbakan, bir kuytuda yakalandı, saatler geçmeden…
Ben son anda indim, bilet kestirdiğim gemiden…
Haftanın gidişi, Pippa’nınkiydi.
Onunki, “dünyanın gidişi”ni eleştiren bir gidişti.
Ne yazık ki eleştirdiği dünyanın eline geçti.
Gelinliğinden kefen yaparak “Öyle gidilmez, böyle gidilir” dedi ve hepimizden daha uzağa gitti.