Esasında oturup bir iki dizeyi yanyana dizmek vardı niyette.. Ama kalbimdeki nuh tufanı ve cennetinden kovulmuş vicdanım buna müsaade etmedi.. Bazen öyle dolu oluyorum ki kızıyorum mu seviyorum mu, nefret mi ediyorum, yoksa tapıyorum mu bilemiyorum. Niye diye sormaktan yorulmuş fersiz gözlerimle kara bulutların ardından doğan güneşim oluyorsan sevdiğime hükmediyorum. Güneş yerine koyunca seni arıyor bu gözlerim her dakika her saniye…Her batış her karanlık sensizlik oluyor benim için.. Kapanan çiçeklerle birlikte, çığlığa boğulan yapraklarla birlikte, toprakla birlikte ben de feryat ediyorum duyuyor musun?
Önce de söyledim sensizlik bir sessizlik, geceler kadar karanlık ve çöller kadar yalnızlık..Bir vaha, bir toz bulutu ve bir atlı bekleyen susuz yolcu kadar muhtacım merhametine.. Eğer güneş olmayacaksan bari yağmurum ol.. Kuruyan dudaklarıma ve yüreğimin çatlamış toprağına, hayallerimin kuraklaşmış tepelerine bereket olarak, ab-ı hayat olarak düş; İsmail’e zemzem neyse öyle yağar mısın? Her damlasını meleklerin getirdiği asuman muştusu olur musun?
Tufanlar koparacak kadar yağar mısın? Benim tufanlarımı tufanında boğar mısın? Mizan’ı ve düzeni kaçmış benliğimi suyun merhametiyle terbiye eder misin?
İşte o yağmur damlası bedenime dokununca bütün bedenim sarsılıp su olsa ve sende akmaya başlasa…Ne kadar hırçın ne kadar müşfik olursa olsun hiç olmazsa çöl menekşesine hayat verebilirim o zaman.. ya da bir kaktüsün dikeninde gecenin en derininde kum fırtınasına selam verebilirim….
O sonsuzluk ve su gibilik içinde seni sevmek sadece sevmekten öte ne düşünebilirim ki…Gitmekte gelmekte, düşmekte kalkmakta, yaşamakta ölmekte o zaman koymaz bana… Bir kere isyan ettim mi, bir kere gemileri yaktım mı, takar mıyım artık geleni gideni ve diğer bütün anlamsız fiillerini faniler dünyasının…